KARADENİZ TURU 2011


               Her an yeni bir keşifte bulunmanın imkansızlığını gözardı edemezsiniz.İster insanoğlunun gizemli geçmişinin derinliklerinde kaybolmaya yüz tutmuş değerlerin peşindeki bir arkeolog olsun ister   hayallerinde sahip olduğu  ipuçlarını kullanarak mükemmel bir gelecek inşa eden bir mucit ,her anlamda söz konusu tatmin olunması gereken bir başarıysa elde edilen keşifler sınırlı sayıda olur.Evet, belki bir insanı sayıca birçok keşfe imza atmak cezbedebilir ama zihinlerde doğru dürüst yer tutmadan kısa bir uğraşla ortaya çıkarılmış bir keşif gerçek bir kaşif için tümüyle anlamlı bir değer taşımaz.Peki ne olabilir ki tüm bu keşfetme merakı.Bir arkeolog sırf bir hazineye ulaşmak için mi yıllarca fırça sallar yada bir mucit bunu ben buldum diyebilmenin verdiği heyecandan dolayımı   bir icadı keşfetmek için gece gündüz çalışır .Sizce asıl amaç ne olabilir?


               Günümüz dünyasında hayatı  biraz kalıplara sığdırılmış olarak yaşamak zorunda kalıyoruz.Hepimiz iyi okullar kazanmalı, iyi birer iş sahibi olmalı, mutlu bir  yuva kurmalı kısacası bize tarif edilen yolu boydan boya geçmeliyiz.Tüm bu maraton boyunca kendimize yöneltmemiz gereken sorular ve almamız gereken cevaplar içinse zaman ayıramıyoruz.Öyleyse anahtar kelime bu olmalı  ''kendine zaman ayırmak''.İç sesinin  fısıltılarını dinlemek .Bu fikre dayanarak aldığım kararla 34 gün boyunca bu bisiklet turuna çıktım.Yalnızlık tercihimdi çünkü  duyduğunuz sesler yanlızken daha anlaşılabilir bir hal alıyor, bu sayede hayatınıza dair bir çok soruya cevap ararken buluyorsunuz kendinizi.Çünkü üzerine konuşmak için zihninizi meşgul edici konuları  açan kişiler etrafınızda olmayınca,  ister istemez düşüncelerinizde kendinizden bahsediyorsunuz.İşte kırılma noktanızda tam burası, evet belki yeni yerler keşfetmenin heyecanı için pedal bastığınızı düşünüyorsunuz fakat gerçekte siz KENDİNİZİ KEŞFEDİYORSUNUZ.Zihninizin derinliklerinde gerçekleşen her soru cevap sizi kendinize yani en büyük keşfinize bir adım daha yaklaştırıyor.


              İşte şimdi asıl amacın ne olduğunu söyleyebiliriz.Asıl amaç hedefe ulaşmak için yaptığımız zihinsel eylemlerin kendi sınırlarımızı keşfetmemizde bize yardımcı olmasını sağlamak.Dünya üstünde kendini gün yüzüne çıkarıcak kaşifini bekleyen okadar çok bilinmeyen var ki birine sahip olsak  diğerleri sanki hiç eksilmiyormuş gibi öylece yerli yerinde bekliyo olurlar.Hayatınızı bir keşfe adarsınız eğer şanslıysanız  hedefinize ulaşarak tüm yaptıklarınıza bir anlam da  kazandırırsınız  ve belki de kendinizce dünyaya ve insanlığa  çok büyük bir katkı sağladığınızıda düşünebilirsiniz fakat emin olun yaptıklarınız bugüne kadar yapılanların ve dahada önemlisi bundan sonra yapılacakların yanında hiçbir anlam ifade etmez.Herşey olup bittikten sonra elimizde tek kalansa dünyayı anlamaya çalışırken aldığımız yolda kendimize dair bulduğumuz ipuçlarıdır.İster   bir arkeolog olun ister bir mucit yada bir kaşif HİÇ FARKETMEZ.Yola çıkmanızın tek nedeni KENDİNİZİ KEŞFETMEK olsun.
               İnsan medeniyetin getirdiği sayısız kolaylıkla beraber,strese de maruz kalıyo çoğu zaman.Şehrin stresi,iş stresi,vesaire vesaire.Hep bi kaçış planı olması da zihninin bir köşesinde sanırım bu yüzden olsa gerek.Atlayıp bişeye ki bunun ne olduğu hiç önemli değil öylece gitmenin,bilinmeze doğru yol almanın cazibesinin çoğu insanı cezbettiği malum.Bende atladım bisikletime ve uçsuz bucaksız gibi görünen ,aslında hiçte öyle değilmiş,bilinmez diyarlara yol almaya başladım.Elimde doğru dürüst bir haritam dahi yoktu.Sora sora gitmenin ne gibi maceraları önüme sereceğini bilmeme fırsat vermediği için hep daha heyecan verici olduğunu düşünmüşümdür.Zaten bir yol varsa illaki biryere çıkartır sizi.Hem kilometreler boyunca yalnız olarak bu yolu geçebilecekmiyim diye düşünmek niye ki. O  yoldan kimse geçmemiş olsa dahi yolu açanlar geçebilmiştir...

                  Yola çıkarken haliylen herkesle vedalaşma seremonisini yaparken son  kişi olarak babannemi karşıma aldım elini öptüm, tam dua etmesini istemek üzereyken o anda gülüp geçtiğim ama  yolda  nasıl bir tesire sahip olduğunu ağır  bir şekilde anlıyacağım o cümle çıktı ağzından "inşallah  gidersin ve 1 gün sonra sana bişey olmadan başına bi iş gelirde geri dönersin" Önce bi babanne  söyleme öyle şeyler desemde sonradan gülüp geçmiştim.Taki Sinop'a ayak basana kadar.Evet belki erkenden geri dönmedim ama  bundan önce hiç bu kadar hastalık,üstüne bi okadarda arızalarla dolu bir yolculuk geçirmediğime adım gibi eminim .Sinop'a ayak basmamla hastalık baş gösterdi ya da benim taktığım isimle ''BABANNENİN LANETİ''  desek daha doğru olur.Hafif ateş, karın ağrısı, aşırı vücut kırgınlığı geçer diye fazla aldırış etmedim bi kaç ilaçla idare ederim diye düşündüm fakat ilk 15 gün ve son 4 gün boyunca epey canım yandı...Sinop'ta arkadaşım Onur'un  çok yer gezdirmek istemesine rağmen  benim pek keyfim olmadığından bence çok şey yapmış olsakta onun deyimiyle Sinop yarım kalmıştı.             

                   Sinop'ta olupta ne yapılır diye sorarsanız öncelikle söylenecek şey sinop'a birkaç gün ayırmanızda fayda var.Denizi gerçekten temiz ve plajları(halk veya otellere ait olan plajlar)size akdenizi aratmayacak nitelikte..En azından bir günü karakum plajı ve akliman'a  ayırıp ardından muhteşem hamsilos koyunu gezerek devamını getirebilir ,şehir merkezindeki plajlarda bi kaç günü geçirdikten sonra yaptığınızdan en ufak bir pişmanlık hissetmeden geri dönebilirsiniz..Bunun dışında bi kaç müze içinde  arkeoloji müzesi geniş ikona(tahta üstüne yapılmış hristiyan kilise resimleri) yelpazesiyle öne çıkanlardan.Kıyıya sıfır yıllara tanıklık etmiş çay bahçelerinde kahvaltı yapmayı,kale restaurantında bişeyler içmeyi sakın unutmayın.Hazır çay bahçelerinden söz etmişken sinopta çok güzel bir anlayış var ki anlatmaya değer buldum.Bir çay bahçesine oturdunuz ve kahvaltı yapacaksınız.Eğer kahvaltı tabağınızı başka bi çaybahçesinden almak isterseniz size en ufak bir olumsuz söylemde bulunulmazmış.Sonunda eşyalarınızı topladınız geri dönüyorsunuz eğer gerçekten sinop'u sevdiniz ve tekrar gelmek hatta yerleşmek  gibi fikirler kafanızda yer etmeye başladıysa şehitler çeşmesinden iki yudum su alıp öyle yola çıkın.1853 Osmanlı-Rus savaşında şehit düşen denizcilerin ceplerinden çıkan parayla yaptırılmış bu çeşme söylentilere göre suyunu içenleri er yada geç Sinop'a geri döndürüyomuş hatta kesin yerleşmenizde olasılıklar içinde...





                                                                                                                                                                          Sinop Kalesinin üstündeki kafe ve kalenin kıyı şeridindeki kapılarından biri olan kumkapı


























Hep adı geçen şu ünlü cezaevindende bahsetmek lazım.Bir çok ünlü insanla beraber, en azılı suçlularıda tuttukları yermiş burası.Şu aldırma gönül şarkısının sözleride yine burda siyasi suçlardan hüküm giymiş Sebahattin Ali isimli kişi tarafından kaleme alınmış.Koğuşlardan bazılarının hali gerçekten insanı ürpertir cinsten .Deniz seviyesinden  bir kaç metre alçakta  nemden nefes almanın zor olduğu , karanlık, dar bir ortam var hücrelerde .Eski zaman gezgini Evliya Çelebide cezaevini zamanında ziyaret eden biri olarak ''Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkumları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkum kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar."  diye tarihe not düşmüş...Duyduğum bir söylentiye göre bugüne kadar sadece bir kişi kaçabilmiş oda sığındığı evin bir gardiyana ait olduğunu öğrenmesiyle enselenmesi bir olmuş.Hikayeler eşliğinde derin derin düşüncelere sürüklenirken o insanlara acıma hissine kapılıyorsunuz.Bundan sıyrılmaksa ancak onlar ''suçluymuş'' diyerek mümkün oluyor.Bence insanlar çok ağır suçlar işlemediği sürece böyle ağır şartlara maruz bırakılmamalı özellikle fikir suçlarından.Eğer gerçekten ağır bir suçu varsada(cinayet,tecavüz vb) direkt Allah'a havale etmek bana en mantıklı gelen yöntem.




şehir kulübü  ve jandarma binası



Maalesef  ilk arızam hiç beklemediğim yerden geldi.Yola çıkmadan önce eski olan fren vites kollarımı yenisiyle değiştirdimki yolda bozukluk çıkarıp uğraştırmasın.Neyseki eskileri yedek diye taşımışım.Tam sinop'tan çıkmak üzereyken yepyeni kol arıza yaptı.Sağolsun Bisikletçi Emin abi cüzzi bir miktara eskisini taktıda yoluma devam edebildim...

Vee artık sinoptan ayrılma zamanı...

Yolun medeniyet olduğu daima dile getirilir.Turda bu soruya çok yanıt aradım.Evet medeniyet olduğuna dair , özellikle Kaçkar Dağlar'ını 30-40 km boyunca yolsuz geçtikten sonra , katıldığım noktalar var, fakat  sahil yolu inşaatlarını görünce açıkçası durum beni biraz muallakta bıraktı.Yollar denizin kıyı şeridiyle bağlantısını yaklaşık 100-150 mt eninde döşenen devasa kayalarla tamamen kesiyor.Bir biyolog yada doğa teknikeri değilim ama kıyıdaki habitatla denizde olan yaşam arasındaki o etkileşimi bir anda kesmiş oluyorsunuz.Deniz temizlenmek istediğinde kıyıya ulaşamıyorki buda bana göre uzun zaman içinde  bir deniz kirliliğine neden olabilir.Tabi sonra dünyanın gidişatını düşününce bu araçların bi şekilde gitmesinin  gerekliliği var.Eskiden dağlara tırmanıp  inilerek  alınan bu yolda, sürekli potansiyel enerji kazanmak için yakılan  yakıt olayın sıkıcı tarafı. Yani bu iniş çıkışsız düz yol sayesinde bu aşılmış ama yinede daha başka bir çözümü olamazmıydı.Örneğin heryerinde olmasa bile yolun önemli bir kısmını direkler üstüne yapmak gibi.Tabi bir uzman gibi fikir beyan edemem ,ve ya neyin yapılabileceğini ,neyin uygun olamayacağını bilmem  ama bir doğasever olarak bunu daha zararsız bir hale getirilmesi gerçekten daha doğru olurdu.İşte insan, tahmini 4.5 milyar yıldır öyle yada böyle devam eden dünyayı 200 yılda mahveden mahluk.Düşününce sanayi devriminin öncülerine kızmamak elde değil gibi.

KSY (Karadeniz sahil yolu) epey hızlı ilerliyo...














Sinop gerze limanı...



Yolda şekeri yerinde olgun bir avuç böğürtlenin yerini hiç birşeyin tutmayacağına emin olabilirsiniz..3gün boyunca böğürtlen yemek için sürekli durmaktan yol alamadım.Bana sorarsanız doyana kadar yiyin fakat belirli bir süre sonra böğürtlen görmek istemeyebilirsiniz haberiniz olsunJ


Gerze’den çıktıktan sonra( köyünün adını tam hatırlayamıyorum zira gerzeye yaklaşık 30-35 km mesafede  )solda bit tepesi olduğunu sonradan öğrendiğim bi tepecik gördüm. Manzarası çok hoş olan üstünde parça parça mısır tarlaları dizili şirin bi tepeydi.Denize nazır manzarasıyla çadır kurmak için ideal bir yer izlenimi veren bu tepenin yakınından geçerseniz konaklamanızı tavsiye ederim.Tabi etrafa hakim olan ıssızlık ve her an kontrol için gelebilmesi muhtemel jandarma ekipleride aklınızın bir köşesinde bulunsun. (HİKAYEYE GİT)

















 Sabah olupta yola koyulduğunuzda eğer KSY den gitmek gibi bir fikriniz varsa konforlu bir yolculuk sizleri bekliyor olacaktır.Pürüzsüzlüğünün yanısıra dizayn farklılığından doğan manzarasıyla da ilginç bir yol deneyimi yaşamanızda mümkün.Bazı yerlerde dağ ile yol arasına uzunlukları yer yer bi kaç km olabilen su cepleri bırakılmış.Bu ceplere yolun altından teknelerinde içinden geçebileceği kanallar açılarak, tekneler için şirin limanlar, yolcular içinse keyifli bir manzara ortaya çıkmış.Yolda giderken bazen bi tarafta  deniz bi taraftaysa akan bir nehir varmış gibi bir duyguya kapılıyorsunuz.


Bit  tepesindeki define çukurları ve KSY'den bir kare


            
Eskiden deniz kıyısında bağlı teknesi olan muhtemelen köy içinde bir evdi bu,şimdiyse ne köy kalmış ne de tekneyi çekmek için bir kıyı.Kayıkta sanki eski günleri yad eden bir ihtiyar gibi öylece köşesine çekilmiş.
                                                                               


Yolda param azalmıştı ,atm de olmayınca epey ekmek bala talim ettim.Beni mutlu edense büyük ihtimalle eskiden  bir köy evinin bahçesindeyken şimdi yol kenarında molozların arasında kalmış ve ya yol işçileri tarafından yenen domateslerin artıklarıyla bitivermiş o tatlı domateslerdi.Gerçekten hoş bir sürprizdi:D 


 Buda eski karadeniz sahil yolu.Yenisinde 45km/sa 'ten aşağı neredeyse hiç düşmezken eskisinde 25 km/sa i geçtiğimi söylemek hayli zor..Yeniyi bırakıp eskisinde bir süre yol almamın sebebi biraz eskide olan nostaljiyi tatmaktı.Yolun hali epey hüzünlü gibiydi.O kadar yıl hizmet ettiği insanoğlu şimdi onu öylece bir kenara atmıştı.Direkleri bile onları ayakta tutmaya çalışan kablolara inat boyunlarını bükerek vefasızlığa bir gönderme yapar gibiydiler.

                      




Nihayet Bafra'ya vardım derken ilk yağmurumu yemeye başladım. Bir bakkaldan aldığım tavsiyeye uyarak Altınkaya barajına doğru sağanak yağmur altında yola koyuldum.
(HİKAYE2 GİT)


Sabah saatlerinde Kolay baraj gölü.


























                     Kolay barajındaki balık çiftliklerinden bir kare.Eğer vaktiniz varsa    
                   sabah saatlerinde gölün etrafında sakin bir yürüyüş yapabilirsiniz. 


Yoluma devam ederken ilk olarak bir kaya mezarı ve delikli kayalığı gördüm.Oturduğum İznik'te de bu tür bir deliktaş mevcut.Tarihi olduğunu düşündüm fakat  çıkmayı gözüm yemedi.Sonra  sağımda kocaman bir mağara ağzı belirdi  aslında kocaman bir oyukmuş ama çıkmak  yinede ilginç bir deneyimdi.Son olarakta gezinin asıl bölümlerine ilk adımımı  attığım yolun kenarındaki devasa kayalığa oyulmuş mağara ağzını gördüm.Büyük bir merakla heyecandan bisikletimi bile kilitlemeden bir kenara atıp içine girdim.Bu bir kaya merdiveniydi ve nereye çıktığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu...





































..

              Turun en can alıcı rotalarından birinden bahsetmek isterim sizlere.Çarpıcı doğal güzelliklerle bezenmiş bir rotaya, masmavi güneşli bir gökyüzünde birkaç bulut misali serpiştirilmiş tarihi mekanlar ve üstüne Anadolu insanının  en yardımsever mizacını ekleyin.İşte size hayalle gerçek arasında gidip geleceğiniz ,her km sinde yeni bir ruh haline bürünebilmenize imkan tanıyan bir rota ;Altınkaya barajı,Asar kalesi ve Vezirköprü ilçesi.Yolculuğumuz Bafra’dan saptıktan sonra kolay barajını geride bırakarak ulaşılan Asar Kalesi ve kaya mezarlarıyla başlıyor.İlk başta Kızılırmak eşlik etmeye başlıyor size.Taşidığı onca suyun heybetine rağmen,oldukça ağırbaşlı kıvrıla kıvrıla akmakta,her değdiği kayada bir izi,her geçtiği yerde bir hikayesi var bu ahenkli nehrin.Sonra sağınızda Asar Kalesinin yaşlı ama gururundan hiçbirşey kaybetmemiş burçları selamlıyor sizi.E tabi bu selama karşılık vermemek mümkün değil,biraz hikayesini dinlemek için bisikletinizi bir kenara koyup her basamağında korkuyla merakın içiçe girdiği bir duygu yüküyle tırmanıyorsunuz dehlizlerinden.Gözünüzde eski zamanlardaki savaşlar canlanırken,ayak seslerinizin yankısı kulağınıza o dehlizleri açan insanların kazma,kürek seslerini fısıldar gibi oluyor.




Ve ilk dehlizi geçtiğinizde dar bir balkona çıkıyorsunuz.

              İkincisine girmekse epey cesaret ister zira birincisinin ucunda ışık gözükürken ikincisinde böyle birşeyden söz etmek mümkün değil.Bir deli cesaretiyle,yalnız olmanın tek dezavantajı tehlikeye fazla yaklaşamamak olsada,fenerimi yakıp dalıyorum 2. tünele.Basamakları çıktıkça nefesinizin daralmaya başladığını hisseder gibi oluyorsunuz çünkü fareler ve yarasalar sağda solda cirit atarken onların dışkıları içerideki nemi epey arttırmış.İkinci tünelde 25-30 mt gittikten sonra mecbur  geri dönmek zorunda kaldım zira artık yerdeki dışkıdan yürüyemez hale gelmiştim.Belki ekipmanla ucuna kadar gidilebilir.Ama ucuda kapalı gibi çünkü kalenin üstünden çökmüş vaziyette.
İyisimi geriye dönüp ilk balkondan kaleye tırmanmaya başlayın derim.Ve en yüksek burçlardan birine çıktığınızda şöyle bir sakinleşin bir köşeye oturun ve kızılırmağın beslediği uçsuz bucaksız bereketli toprakları izlemeye zaman ayırın,dibinizdeki uçurumların sizi  göklerde  süzülen bir kartal gibi  hissettirmesine inanın çok şaşıracaksınız.Kale ne kadar yıkık olursa olsun üstüne çıkınca sanki hiçbir düşmanın orayı ele geçiremeyeceğine inandırmaya başlıyor sizi.Hayatta hiç düşmanınız olmasa bile o burçlara çıkıp şöyle bir etrafı kolaçan ettiğinizde sizi dünyaya meydan okumaya teşvik ettiğine şahit oluyorsunuz Asar Kalesinin.Kale helenestik dönemde yapıldığından ozamanki savaşları aklınıza getirirken , zihninizde nehirdeki savaş gemilerinin ateşli oklarla vuruluşları,mancınıkların taşlarını nehirdeki gemilere dehşetle kustuğu  sahneler canlanıyor.Tabi artık böyle sahneleri tekrar görmek mümkün değil ama dediğim gibi o meydan okuma hissi ister istemez bir düşmana ihtiyaç duymanıza neden olabilir.Size   tavsiyem o düşmanın içini istemeden yaptığınız işlerle,size kılavuzluk etmeye çalışan başkalarına  ait  fikirlerle, pişmanlıklarınızla, kızgınlıklarınızla ,kısacası aklınıza gelen sizi üzebilecek tüm şeylerle doldurabilirsiniz. Emin olun herşey bittiğinde, zafer kazanmış bir komutan edasında yolunuza devam ediceksiniz. 





Kaleden topladığım kekikler ileride çok işime yaradı

O kadar hayran olduğum kalenin adını  ve  tarihini gezdikten sonra  öğrenmek  sürpriz oldu adeta.

Yol tarifleri yapılır hep insanlar gitmek istedikleri yere ulaşabilsinler diye.Eminim sizde yaşamıssınızdır, bazen yanlış yapılan yol tarifleri yüzünden  gitmek istediğiniz yerin çok uzağına düşmek oldukça can sıkıcı bi durum..Hatanın farkına varıldığı zamansa yolun tarifini aldığımız kişiye okkalı bir küfür savurarak en içten dileklerimizi sunuyoruz...Aslında o an farkına varamasakta zaten yazılmış olan senaryodaki sahnelerden birini oynadığımız gerçeğini unutup hayatın bizi hep yanlış yollara sürüklediğinden  yana dert yanıyoruz.Hemde o ''yanlış yolun''bizi bir önceki hedefimizden çok daha güzel yerlere çıkartması  muhtemel olsa bile.İşin en kötü yanıysa, biz   ''yanlış yoldaki ''kayıplarımıza ağlarken  görmek üzere olduğumuz sayısız mutluluğu görmezden gelebiliyoruz.


Her gidilen yol insanı mutlaka günün birinde yanlış bir yöne sokabiliyor.Hepimiz biryerler hedefliyoruz ve giderken saptığımız ''yanlış yollarla'' ona ulaşamadığımızda hayal kırıklığına uğrayabiliyoruz.Korkuyoruz çünkü o tek hedefe ulaşamama korkusu canımızı sıkıyor.Oysa ki bilmediğimiz neçok alternatif yol var hedeflerimize çıkan.       




Yaşadığımız hayatta aslında seçimlerle dolu bir yol gibi.Ulaşmak istediğimiz yere varmak için hayatın sürekli önümüze çıkardığı kavşaklarda, bir yön seçme zorunluluğuyla bizi karşı karşıya bırakmasının verdiği gerginlikten bunaldığımız anları yaşarken, ağzımızdan dökülen o birkaç kelime gözümüze tek çözümmüş gibi görünür hep.İstisnasız her insan hayatında bir kez dahi olsa söylemiş yada en azından aklının ucundan şöyle bir geçirmiştir bu basit ama derin anlamlar yüklü cümleyi.''Alıp başımı öylece gitmek istiyorum''diye duymazmıyız hep.Nereye diye sorulduğundaysa kimse bir hedeften bahsetmek istemez.Tek yapılmak istenen şey öylece gitmektir ve bu yolculukta nereye,nasıl gibi sorulara yer yoktur.Tabi çoğu insan için laftan öteye gitmez bu söylem.Kısa bir zaman sonra yine hayatın akışına kapılıp geçirilen yaşamlarda, eski alışkanlıklar tekrarlanmaya devam eder.


Hep bir koşuşturma içinde olduğumuz hayata, dahil olduğumuz  süre boyunca , yapılması gereken seçimler  yerli yerinde durmaktayken, bu sıkıntıdan kurtulmak için düşlediğimiz şey elbette tüm sorunları arkamızda bırakıp öylece gitmek olacaktır.Gitmek istenilen bir yer belirtilmez çünkü belirlenmiş bir hedef ,arkasından doğru yolu seçme zorunluluğunuda beraberinde getirir. Önceden alıp başını öylece ''hiçbiryere'' gitme isteğine  anlam veremezken, yapılan yanlış bir yol tarifi sayesinde bu içgüdüsel davranışın nedenlerine ait ipuçlarına ulaşabildim.İsmini yeni duyduğum bir baraj gölünün sadece başlangıcını görüp neler kaçırdığımı bilmeden geri dönecekken yapılan yanlış yol tarifiyle etrafını dolaşma imkanı bulabildim.Eğer hedefim sadece gölü görmek olsaydı girdiğim yol sadece yanlış yol olarak kalırken bu yanlışlığın verdiği moral bozukluğuyla da bir yığın görülmesi gereken güzelliği es geçmiş olacaktım.Ama belirli bir yere değilde ''Öylece'' gidenlerdenseniz artık her saptığınız yol sizin için doğru yol olur.Karşılaştığınız insanlar istedikleri kadar yanlış yol tarifleri yapsınlar; sizin için yanlış yola sapma kavramı artık yokolmuş demektir.Bu sayede yaptığınız seçimin yanlışlığından doğan  gerginlikleride bertaraf etmenin rahatlığıyla yolunuza devam edersiniz.Artık tüm ''yanlış yollar'' getirdiği yeni hikayeler ve maceralarla  gittiğiniz kadarıyla, hayat çizginizin bir kısmını oluşturur. Bundan sonraysa tek yapmanız gereken karşınıza çıkan güzellikleri olabildiğine yaşamaktır.










      
Altınkaya barajında aldığım yol tarifiyle kıyıyı görmek için sağ taraftan gitmem gerekirken barajın sol yanından tırmanmaya başladım...

3 saat boyunca çıkılan onca yokuşun ardından ne bir köy nede barajın bir manzarasına denk geldim.Bu yetmezmiş gibi bagajımın bağlantı elemanıda koptu. Teller yardımıyla geçici olarak sabitledikten sonra iyice  moralim bozulmuş bir şekilde yol alırken sağda bir tepecik gördüm .Üstünden baraja giden başka bir patika varsa görebilirim diye düşünüp çıkmaya başladım.Tepeye ulaştığımdaysa bi anda tüm sorunlarımı bana unutturan o manzarayla başbaşa kalmıştım.Değil patika aramak saat daha 3 olmasına rağmen gitmeyi bile aklımdan çıkarmıştım.Yere öylece oturdum.Rüzgar ara ara estikçe   sararmış buğday saplarının arasında geçen fısıldaşmalar çoğalırken, batan güneş , karanlığın kucağına bıraktığı toprakların  matemine ortak olduğunu kızıla çalan rengiyle gösterir gibiydi.Işık oyunlarıyla azda olsa mutlu etmeye çalıştığı omuzları çökmüş, sırtını bir kayaya verip uzaklara doğru düşüncelere dalmış bi adam edasında  öylece bekleyen meşe  ağacının hüzünlü görüntüsü eşliğinde , zamanın durduğu yerdeydim artık. Sanki hiç akmıyormuş gibi boylu boyunca uzanan Kızılırmaksa  bu durgunluğu bozmamak için ayrı bir çaba sarfediyor  gibiydi.Daldığım hayallerden bi aracın motor sesiyle kendime geldim.Patikaya girdiğimden beri geçen tek araç olduğundan kaçırmamamak için var gücümle tepeyi tırmandım.Neyse ki yetişebilmiştim…































Son zamanlardaki terör olayları size karşı epey şüpheci bakışlara neden olabildiğinden şöför ilk başta biraz korktu.Sonrasındaysa durup konuşmaya başladı.Biraz sorgu sualden sonra sohbet kaçınılmaz oluyor.Klasik karşılaşılan sorular ve cevaplardan sonra(nerden geliyosun, kaç günde geldin,nerde kalıyosun,korkmuyomusun vs. vs.)yolun aslında vezirköprüye giden tali bir yol olduğunu orda öğrendim.Eğer ZAMANIN DURDUĞU YER e rastgelmeseydim tarif aldığım adamın arkasından iyi niyetlerimi sunabilirdim ama o andan sonra teşekkürlerim onunlaydı.Hem zaten arka bagaj hasarınıda tamir ettirmek zorundaydım.Geri dönüp Bafra’ya 60-70 KM gitmektense yaklaşık 100 km gidip Vezirköprü’ye ulaşmaya karar verdim.Ekmek sıkıntım vardı ve en yakın köy 15 km mesafedeydi.Şöförden aldığım üzüm ve elmayla(ekmeği yokmuş)çadırımı kurmak üzere ordan ayrıldım.
Çadırı kurduktan sonra durum değerlendirmesi yaptığımda epey zorluk ortaya çıktı.En yakın köy 15 km uzaklıkta,ekmeğim tükenmek üzere ,para vaziyetim sıfır ve en önemlisi banyo yapmak için bi otele girmem gerekirken çevremde en ufak bi ev dahi yoktu.Endişe ister istemez insanı kaplıyor fakat sonra düşündüm.Cevat abiden aldığım 3 mısır beni yarına kadar idare ederdi üstüne şöförden aldığım elma,üzüm ve çantamdaki bir kaç neskafeyide unutmamamak lazım.Hem param olsada zaten gelecek 50-60 km boyunca bakkal namına birşey bulamayacaktım,ve  beni en mutlu eden şey banyo işini akan sebilde ve sulama havuzunda halletmekti.:D

Banyo işini halledip çadırınızıda kurduysanız yapmanız gereken son şey karnınızı doyurmaktır.Menüyü özetlersek Közde pişirilmiş mısır,elma,üzüm,bal.Tek  sorunsa kısıtlı sayıda olmaları.Yemek sonrası manzara eşliğinde neskafenizi yudumlamaksa paha biçilemez...



Hareketli geçen bir gecenin ardından gökyüzünde kuş gibi süzülen büyük cüsseli helikopter böcekleriyle beraber tekrar gün ışığına kavuştuk.(HİKAYE3)
(HİKAYE3 GİT)







Sabah Aparo mahallesinde(en yakın köy) şelaleye gitmeye  karar verdim. Şelalenin yolu henüz yeni yapılmaktaydı.Hatta yoktu desek daha doğru olur ,mahalleden sonra  bisiklet size sıkıntı verebilir .Vadiye inerkense bisikletinizi bir kenara bırakmanız gerekiyor.Şelalenin adını bilene rast gelmedim .Yeni keşfedilmiş gibi birşey ,köylüler değirmen diye anlatıyorlar.Görülmeye değer eski bir değirmen var. Şelelenin uzun olan kolunu görmek için biraz tehlikeye  girmek gerekebilir.Ekipman ve deneyiminiz yoksa fazla zorlamamakta fayda var.



Eğer yolunuz ıssız yerlere düşerse hiç çekinmeden kapıları çalabilirsiniz.Her yardımı yapmaya hazır insanlarla dolu bir coğrafya anadolu.
(HİKAYE4 GİT)



Şelale yolu daha yeni düzlenmiş.Ama hala çok bozuk.İlk gezen turistlerden biri olduğumu tahmin ediyorum.


Kabuk yapısı ilginç bir ağaç.

Bu bitkinin adını bilen varsa mail atarsa sevinirim..

Hastalıktan  inim inim inlerken ilaçların faydasına destek olucak mükemmel bir karışım ararsanız oğul otu da bu karışıma girmeyi fazlasıyla hakediyor demektir. soğuk algınlığına ve gribe karşı önlem için kullanılabilir. Çünkü oğul otu, organizmayı dengeler ve savunma gücünü artırır .Bunun yanında uykusuzluk ve sinir sistemi bozukluğu içinde birebirdir. Eğer sinir sisteminden kaynaklı bağırsak ve mide bozukluklarınız varsa  tedevi edicidir.Kalp rahatsızlıklarınızda da size yardımcı olduğunu unutmamak gerekir. Kullanırken birtek soğuk algınlığına faydası olduğunu sanıyordum geri kalanı ben de sonradan öğrendim.YapraklarI hafif ısırgana benzer, elinizle oğuşturduğunuzda ferah bir limon esansı alıyorsanız o oğul otudur.Epey toplayıp depoluyorum.



 Küçük şelalenin üst kısmı ve kendisi 
 


Büyüğe ulaşmak için epey tehlikeye girmeniz gerekiyor,eğer ekipman ve az bir deneyiminiz varsa yanına kadar ulaşabilirsiniz.                                                       


Her ne kadar tam olgunlaşmamış olsada doğal kızılcıklardan bulabildiğim kadar topladım.

Artık dönmek için yola koyulduğumda aparo mahallesinden sonra bu sulama havuzunu gördüm suyun berraklığının yanında manzaralı olduğunu görünce bi an içine girip biraz keyif yapmayı bile düşündüm.Ama üşengeçlik ağır bastı ve sadece fotoğrafıyla yetinmek zorunda kaldım.


İki ağaç var bu fotoğrafta.Sağ taraftaki bir çam ,diğeriyse dişbudak yapraklı bir akçağaç.İlgi çeken detaysa sanki yılların verdiği bir dostluğu vurgularcasına akçaağacın kollarıyla çama sımsıkı sarılmasıydı.Yaslandığı çamsa dimdik duruşuyla ona endişeye mahal vermeyen bir güven duygusu bahşeder gibiydi. 
                                                                                                                                                                                                                               

                

Elalan  köyüne kadar sürekli tırmanıştan sonra artık hemen hemen düzlüğe çıkmış gibiydim.Yolun bundan sonrası genelde düze yakındı. (HİKAYE5 GİT)








Vee sonunda vezirköprüye sanki bir İstanbul veya ,abartmış olmam herhalde,bir Paris havasında sevinçle giriyorum.4 gün boyunca köylüler sağolsun elbette aç kalmadım fakat  ister istemez insan puding,dondurma,çikolata,meyve gibi şeylere hasret kalabiliyor.İlçeye girerken gördüğüm ilk bakkalla birlikte gözlerimden akan yaşları görünce , normalde yanından geçmeyeceğiniz uyduruktan bir bakkalın bile değerini anladım.
Fren tellerinin bu kadar dayanabileceğini pek tahmin etmemiştim.İlk olarak sanayiye gitmeyi planlarken yolumun üstünde mehmet ve arkadaşlarına rastlamak  işimi kolaylaştırdı.Sağlam bir kaynakla artık bagaj sorunum kalmadı.Teşekkürler çocuklar.




























Vezirköprü'ye gelipte konaklama yeri aramayı bir kenara bırakıp direkt eski bir hanın restore edilmesiyle otele dönüştürülmüş taşhan'a gidebilirsiniz.Sahip olduğu tarihi atmosferiyle size    eski zamanlarda yolculuk yapan bir seyyahın hislerini anımsatırken aynı anda günümüzün rahatlığınıda yaşatmaktan geri kalmıyor.


























Ünlü osmanlı sadrazamlarıdan   Mehmet Paşa, o zamanlar Amasya sancağına bağlı köprü beyinin kızıyla evlenince boş zamanlarını burda eşinin yanında geçirir olmuş.Sonrasındaysa aslen köprülü olmasada eş durumundan köprülü lakabıyla adı anılmaya başlamış.Tabi mehmet paşa ve oğlu fazıl ahmet paşa gibi iki önemli vezir çıkaran bu ilçede artık vezirköprü namıyla günümüze ulaşmış.

Şehirde güzel bir restorasyon işi ele alınmış.Böylece bize unutturulan o mükemmel mimariyi gözler önüne sererken estetik bir şehir silüeti de ortaya konmuş.

Orta camii                                                                Tarihi bedesten



                      Şehir merkezinden bir kare


Taşmedrese köprülünün yine kendisi gibi osmanlı sadrazamlığı  yapmış oğlu Fazıl Ahmet Paşa tarafından yaptırılmış.Saat kulesiyse genelde olduğu gibi 2.Abdülhamit tarafından inşa ettirilmiş.

Vezirköprüde geçirdiğim 2 gün boyunca medeniyetin verdiği nimetlerden epeyce faydalandım.Bunların içinde berbere gitmekse en akıllıca yaptığım şeydi.Niye diye sorarsanız cevabı basit .Eğer bir şehirde fazla zaman geçirmenizin imkanı pek yoksa o şehir hakkında en kısa zamanda en çabuk bilgiyi esnaftan,kahvehaneden,veya kadınsanız hamamdan (bir yerde tavsiye olarak okumuştum) alabilmeniz muhtemel.Tutar insana benzemek için bir berbere gidersiniz ama o şehre veya hayata dair hikayelerle dönersiniz çoğu zaman.(HİKAYE6 GİT)

Şehirden aldığım bilgiyle  belki kayıkboyu mevkiinden kayıkçı bulup geçebilme imkanı olabileceğini öğrendikten sonra yönümü oymaağaç köyü üstünden kayıkboyu mevkiine çevirdim.



Medeniyetlerin birbirine karıştığı bir rotada ilerlediğinizi su içmek için durduğunuz bir çeşme anlatır bazen.İşlemeli taş, kimbilir kaç  yapıya  hayat verdikten  sonra ustasının eliyle bu çeşmenin yapımına katılmış.Hem İlgilenmez öyle, kimin neye yada nereye  mensup olduğuyla.Ülke İsimleri değişedursun değişmeyen tekşey olan insana hizmet etmeye devam eder yüzyıllar geçsede.


























Oymaağaç köyünde hititlerden kalma bir höyüğün kazısı yürütülüyor.Yol üstü olduğundan görmeden geçmeyin derim.Özellikle benim sonradan girmediğime pişman olduğum şu ana kadar 30 mtlik kısmı açılan  su kuyusu tüneline girmeyi unutmayın .








Yolda böyle şeker gibi bi amcadan gelen misafirlik davetini günün erken saatleri olduğu için zorda olsa geri çevirmek zorunda kaldım.Nasıl bir sevecenliğe sahip olduğunu görmeniz için bir karede fotoğrafını çektim.















Kıyıya vardığımda biran önce karşıya geçmeyi düşünürken o sırada gelen aile fikrimi değiştirdi.Ve beraber şahinkaya kanyonuna yarım saatlik bir tekne gezisi yaptık.Gerçekten muhteşem bir geziydi.Eğer kayıkboyuna uğrarsanız kesinlikle bu deneyimi yaşamanızı tavsiye ederim.Hatta barajı boydan boya dolaşıp üzerinde gün boyunca ızgaralar yaparak dostlarınızla doyasıya eğlenebileceğiniz şekildede kiralama yapabilirsiniz.(KAPTAN NURETTİN SALGIN:05442141705)









                                                                                                 
                                                                                                         
Karşıya geçtiğimdeyse lastiğimin patlaması
epey canımı sıktı.(HİKAYE7 GİT)
 






































Şehir hayatında en önemli şey paradır.Eğer ona sahipseniz herşeye sahipsiniz demektir.Fakat kırsala doğru yol alırsanız artık önemsizleşmeye başladığını görürsünüz.Ve paranın hakimiyeti yerine artık insanlığın seslerini duyulmaya başlanır.Ufak bir yardım için vurduğunuz kapının ardında ,misafire olan hoşgörünün yüzlerdeki ifadesiyle tüm endişelerinizi bir kenara bıraktıran insanlar karşılar sizi.Siz ne kadar az istesenizde hep daha fazlasını vermek için hazır olan insanlar..































Issızlık içinde öylece yol alırken geriye doğru atılan bir bakışla anlıyorum bir günün daha geride kaldığını. Yerini bıraktığı karanlığa aldırış etmeden öylece gözden kaybolurken güneş, kendine doğru uzanan yolun kıvrımlarında sakladığı ipuçlarıyla sanki ona ulaşmaya çalışanlara birşeyler söyler gibi.
''Geriye bakmayı bırakıp yolunuza devam edin  nasılolsa ben sizi yarın  yine bulurum''



Akşam saat 9 suları muhtemelen bengü köyü olduğunu düşündüğüm yere çadırımı kurup biraz meşakkatlide olsa sabaha ulaşabildim.,(HARİTA).(
HİKAYE8 GİT)

Barajın karşı yakasında ne kadar karadenizi yaşıyorsanız  bu yakasındada alabildiğine akdeniz hakimiyeti sizi etkisi altına alacaktır.Bengü köyünden sonra geneli su kıyısından geçen orman işletmenin açtığı ıssız yol, sanki akdeniz koylarının hepsinin biryere  toplanıp  hususi yanından geçirilmiş  bir gezi yoluna dönüşmüş.Yola hakim olan ıssızlık hat safhada da olsa, size sunduğu muhteşem güzelliğin yanında eğer şansınızda varsa yaptığı tatlı sürprizlerle ileride keyifle anlatacağınız  anları yaşattığı aşikar.Bu tatlı sürprizler bazen biranda ortaya çıkan sanki size arkadaş olsun diye gönderilmiş zorda kalmış bir köpek yada yılkı atı gibi doğada gönlünce  dolaşan sahipli atlar olabilmekte.  Söylemekte yarar var yaklaşık 60-70 km boyunca neredeyse hiç yerleşim yok.Sadece baraj kapaklarına yaklaşınca bir arıcılık yapılan kulübe var ki oda terkedilmiş gibi.Eğer benim gibi birde ramazanda çıktıysanız kesinlikle yiyecek stoğunuz azken yola girmeyin..(HİKAYE9 GİT)



                           



Bana 45 km boyunca dostluk eden ''ISSIZ''    kmler boyunca önümüzde ıssızla
                                                                            sürdüğümüz atlar.

























Issızlığı ve ölümü anlatan bir kare.:D

Bunlardan yolda birkaç tane daha görmeme rağmen pekbir anlam veremedim.Hayvanlar su içsin diye konulmuş diye düşünsemde hemen yanıbaşımızda göl olması başka bi amaç için yapılmış olduklarını düşündürdü.Ne işe yaradığını bilenler mail atarlarsa sevinirim.














Karşı tarafta zamanın durduğu yerden itibaren bu yakaya kadar alınan toplam yol sayacıma yansıyor.Geçerken bir kez daha asar kalesini selamlıyorum.Kızılırmak yine herzamanki sakinliğiyle yanımda kıvrılarak akarken zihnimde canlandırmama yardımcı olduğu sayısız hikayemin yüzüme yansıttığı koca bir gülümsemeyle veda ediyorum bu topraklara.

Yarın gelirim demiştim Cevat Abiye neler geleceğini bilmeden başıma.Oysa tam 6 gün sonra sergisinin önüne dikildim.''Yemek teklifin hala geçerli mi?'' diye sordum.O gün sofra hazırladık nerde kaldın, neyse geldin ya boşver gerisini deyip kolumdan tuttuğu gibi evine götürdü...(HİKAYE10 GİT)


























Bafradan sonra rotamız kızılırmak deltası kuş cenneti.Çok geniş bir alana yayılmış deltada genel olarak yapılaşma yasağı uygulanmakta.Bu durumdan doğan sonuçsa hayvan tayfasının alabildiğine özgürce bu geniş alanlarda hayatını sürdürmesi olmuş.Delta kuş cenneti olarak anılsada baskın tür devasa cüsseleri ve sinirli bakışlarıyla mantar gibi heryerde karşınıza çıkan mandalar.Tabi hepsi sahipliler ama alanda tehlike olmadığından başlarında çoban namına birileri yok.Onlarda bu serbestlikten faydalanıp sabah akşam çamura bulanıp otlamanın keyfini doyasıya yaşamaktan geri kalmıyorlar.Okadar fazla sayıdalarki bir yerden sonra afrikada sulak mevsimde bir safariye çıkmışsınız  gibi hissetmeye başlıyorsunuz.Dişileri pek sinirli görünmesede hafif yaklaşmaya çalıştığınızda çatık kaşlı devasa cüsseli kıskanç erkekler sizi bakışlarıyla geri adım atmaya zorluyor. Yolda en keyifli anlarsa eğer yağmur sonrası geçiyorsanız başınıza gelebilir.Yol üstündeki yüzlerce kurbağa siz geçerken, önünüzde sanki bir havai fişek gösterisi varmış gibi sağa sola atlayarak yolunuzu açıyorlar ki gerçekten hem komik hemde bir o kadarda eğlenceli bir görüntü oluştuğunu söyleyebilirim.Farklı cins kuşları görmek eğer karadaysanız ve yumurtlama zamanına denk geldiyseniz biraz zor.Fotoğrafçılar için ahşap mimari kullanılarak yapılmış 3 tane gözlem kulesi mevcut.Bu kulelerden birine çıkıp manzara eşliğinde birşeyler atıştırmayı ihmal etmeyin.















Deltanın  değerli müdavimlerinden biri sazhorozuymuş.














Milli parkın ana binası.Burdaki restaurantta yemek dışında civarda dolaşan mandaların yoğurtlarını deneyebilirsiniz.
































Samsun tabelasının önünde bir fotoğraf çektirmek için durmuştum tabi bu kadar zor olabileceğini hiç düşünmeden.(HİKAYE)
(HİKAYE11 GİT)


Hayatımda bu güne kadar  gördüğüm en etkileyici ve tahminimce  bundan sonrada eşine  rastlayamayacağım güzellikte bir çevre düzenlemesine  sahip olan  Samsun’a girdiğimde ilk olarak müzeleri aradan çıkarttım.Kral tümülüsü(amissos tepesi),arkeoloji müzesi gerçekten görülmeye değer .Genişliği metrelerle değil kmlerle ifade edilebilecek upuzun parklar sahile okadar yakışmış  ki… En çok şaşırdığım ansa hoparlörlerden QUEEN den SHOW MUST GO ON çalınıyo olmasıydı..Deniz kenarında 19 mayıs üniversitesinin sosyal tesislerinide görünce  bi çimenliğe  yığıldım.Sonrasındaysa Kayseri’de geçirilen 5senelik öğrencilik hayatıma lanet okumakla geçti dakikalarımJ Eğer hala şansınız varsa Samsun aklınızın bir köşesinde bulunsun derim. Tercih kağıdınızı elinize aldığınızda gönül rahatlığıyla bişeyler yazmak istiyorsanız tabi…
Para koleksiyonuyla epey ilgi uyandıran bir müze samsun arkeoloji müzesi.






















Normalde Sinop'un simgesi olan yunus balığı taşıyan kartal baskısını Samsun parasında görmek ilginçti.(sağ alttan ikinci.).Birde çok sık rastgeldiğim ,elinde kuş tutan başında sarık türü birşey taşıyan firavunvari bir şekle sahip insan figürünün ne anlama geldiğini bilenler varsa mail atabilirler.(alttan en soldaki para).






























Tarihteki tek kadın savaşçı topluluğu olan amazon kadınları yine bu bölgede yaşamışlar.Asıl yerleşimleri samsun termeymiş.Okadar savaşçı yetiştirilirlermişki kadınları daha iyi ok atabilmek için bir gögüslerini kesip atacak kadar duygusuz olurmuş.


Amissos tepesinde bulunan tümülüs şeklindeki kral mezarları etkileyici bir sunumla ziyarete açılmış.Yanındaysa manzarası eşliğinde birşeyler yiyip içmenize olanak tanıyan güzel bir restaurant mevcut.Tepeye ulaşımda yolu kullanmak yerine kısa ama keyifli bir teleferik yolculuğuyla çıkmanızı öneririm.









Amissos tepesi ve kral tümülüs odası.Şu yatmakta olansa kralmış.:D










Samsun'a öyle bir atmosfer hakimki insanı gençliğinin zirvesindeymiş gibi hissettirebiliyor.Hatta yaşını başını almışları bile .Baksanıza şu yaşlı tontoş amcamız bile teyzeye  yazıyo gibi.
















Kurtuluş savaşının başlatıldığı yer olmasından dolayı şehir merkezindeki Atatürk müzesinin yanısıra Bandırma vapurunun bir kopyasıda ziyaretçilerini bekliyor .Burda Gazi kovan adında bir hikaye okudum.Eğer vaktiniz varsa bir göz atmanız geçmişte yaşananlara olan bakış açınızı genişletebilir. (HİKAYE12 GİT)






Tekkeköy mağaraları belki tek başına fazla bir anlam taşımıyor fakat içlerinde  yaşanan insan hikayelerini düşündükçe farklı bir ruh dünyasına doğru yol alabilirsiniz.paleolitik(M.Ö.2.5 milyon yıl-M.Ö.10000 yıl arası) çağlardada sıklıkla kullanılmış bu mağaralar o zamanın insanları tarafından yontulmuş çeşitli buluntularında çıkarıldığı yerlerden.Yolunuz düşerse binlerce yıldır insanların yaptığı gibi vadiye karşı birşeyler atıştırıp geçmişe dair derin düşüncelere dalabilirsiniz. 


(HİKAYE13 GİT)






















800 yıllık tamamı ağaçtan yapılmış  Göğceli camisi görülmeye değer yerlerden.

















Yol sormak için durmuştum sonrasındaysa Musa ve Ahmet kardeşler beni evinde misafir etti.Onlardan öğrendiğim kadarıyla yeşilırmağın üstündeki bir barajı bixi silahlarla koruyorlarmış çünkü bir saldırı yapılıp patlatılırsa tüm çarşamba ovasını su basma riski varmış.

Simenit gölleri yolunda bu resme şahit oluyorum.Küçükken bir kedinin ağzından fareyi almıştım sonrasındaysa fare minnettarlığını elimi ısırarak göstermişti.Artık doğanın kanunu deyip yoluma devam etmekten yanayım.
























Yaşam tarzlarına saygım vardır fakat  ne b.ktan  bi yaşam tarzıdır bu yahu.Sıcak tezeğin verdiği mayışmışlıklarıyla güldürdü beni bu iki kermit.

















Burna ulaştığımdaysa bu manda ailesinin rahatını epey bozmuş olmalıyımki erkek olan yine ters ters  bana bakıyordu.Vücut kırıklığı ve ateşim artınca mecburen 3 saat gibi bir süre burda dinlenmek zorunda kaldım.Tabi beni toparlayan yine içtiğim bitki çayımdı.









Gencağa kalesi anayoldan 40 km içerde kalsada görmedim dememek için gitmeye karar verdim.Kalenin pek elle tutulur bir yanı yoktu fakat yolda tanıştığım şantiye bekçisi anlattıklarıyla geziye renk kattı.(HİKAYE14 GİT)
























Ordu Fatsa kıyı şeridi.














Bu fotoğraf akşam sinirle  girdiğim kumsalda azda olsa beni sakinleştirebildi.
(HİKAYE15 GİT)














Zamanında bir Ceneviz kalesiyken 1811 de üstüne yapılan konakla bugünkü  haline gelmiş Bolaman Kalesi yada bugünkü adıyla Haznedaroğlu Konağı hem etnoğrafya müzesi hem de restaurant olarak hizmet vermekte.














Haznedaroğlu konağından birkaç km sonra deniz tarafında muhteşem bir manzaraya sahip  kafeye  uğrayabilirsiniz.Bu güzel manzaraya karşı birşeyler içebilir yada açlığınızı giderebilirsiniz.






















Yason burnu, meşhur altınpost hikayesinin kahramanı IASON'dan adını almakta.Eğer burnu ve hoynat adasını görmek isterseniz karadeniz sahil yolundan ayrılıp eski sahil yoluna sapıyorsunuz.




Hoynat adası.














Ordu etnoğrafya müzesi ve teleferikle çıkılan boztepeye uğramak yapılması gerekenler arasında.

Şu mimarileri görmezden gelip hala estetik yoksunu binaların yapılmasına akıl erdirmek zor gerçekten.











Ve Giresundayız ,girmeden tabelasıyla fotoğraf çekmek için kaldırıma çıkmak isterken yağmurunda etkisiyle kayan yolda yere kapaklandım.Fotoğrafta gülsemde canımın yandığını söyleyebilirim.


Kurtuluş mücadelesinde büyük yararlılıklar göstermiş giresunlu topal osman ağanın heykelinin bulunduğu parkta beni karşılayacak olan Mustafayı beklerken tam olarak karadeniz'in ne kadar silahla içiçe olduğunu anladım. (HİKAYE16 GİT)





























Giresun müzesi ve özgürlük yolu...

Giresunu elinden geldiğince gezdirmeye çalışan arkadaşım Mustafaya teşekkürler.


Bu elinde kuş tutan figürün ne anlattığını gerçekten çok merak ediyorum çünkü hep karşıma çıkmakta.






Martıyı kadraja ben sokmadım,rastgele girdi kendileri.








Yolda andoz kalesi tabelasını görüyorum.Sabah yürüyüşünü oraya doğru yapan  doktor çetin beye rastgelince beraber çıkmaya karar verdim .Görmüş olmak isterseniz fena manzarası yok.












Yolun bu kısımlarında sürekli tünellere girmek zorunda kaldım.Eğer girdiğiniz tünel tek yönlüyse sol taraftaki kaldırımdan gitmenizi öneririm.


Tirebolu kalesi üstündeki çaybahçesiyle hoş bir kahvaltı yapabilmenize imkan tanımakta.Tabi güzel manzarasından söz etmeme gerek bile yok.



























Kalenin yanındaki bir kahvehanenin içinde rastgele bu koleksiyonu gördüm.En hoşuma giden parçaysa orijinal arbaletti.















Yol üstünde ismi olmayan bir kale.















Trabzon'a girmeden kıyıda çadır kuracak bir yer bulmak için uğraşırken Cevdet abiye rastgeldim .Yanına çadırımı kurabileceğimi söyledi.Oğlu denizden eli boş gelince bizde tavukla idare etmek zorunda kaldık.Cevdet abinin hikayeleriyse  kendini dinleten cinstendi. (HİKAYE17 GİT)



Sevimli köpekleri  çadırıma göz koymuş gibi uzandı kaldı öyle.








Sabah bastıran yağmur kaç gündür kurutamadığım elbiselerimi bir kez daha sırılsıklam yaptı.Tabi buda hastalığın devamı demekti.


Trabzon Ayasofya müzesi..










Millet olarak övünmeyi biraz fazla abartıyoruz sanki.İngilizcesi iki kelime bide türkçesine bakın.Mirza muhammet kardeşimiz epey züğürt tesellisi yapmış kendince.


Trabzon şehir merkezinden birkaç kare.Bu arada Kanuni Sultan Süleyman'da Trabzonluymuş.





























Trabzon'un bir arkeoloji müzesi var.Yanlız sakın olaki nerde olduğunu yerli halka sorupta öğrenmek gibi bir hataya düşmeyin.Siz üstüne basa basa ''arkeoloji müzesi'' diye tekrar tekrar sorsanızda alacağınız yol tarifi hep trabzonspor müzesine çıkartır.Çoğu insan daha şehirde bir arkeoloji müzesi olduğundan bile haberdar değilken en iyi bilgiyi belediye ve ya turizm danışmadan almak en mantıklı olanı.Müzenin eserleri fena değil fakat eserler dışında ayrı bir dikkat çeken yanı şüphesiz binası.15 yıl boyunca İtalyan sanatçılara yine çoğu malzemesini italyadan getirterek binayı hem içte hem dışta dekore ettirdikten sonra ahşap işçiliğinide rus sanatını yansıtan çizgilerle tasarlatıp kendine tabiri caizse bir saray yavrusu inşa ettiren banker Kostaki ,ne yazıkki burda sadece 4 yıl oturduktan sonra iflasa sürüklenip varını yoğunu kaybetmiş.Özellikle içerideki duvar resimleri ve süslemeler muazzam bir abartı içermekte.Hani çok uğraşıldığı kesin ama bir yerden sonra bu aşırılık biraz arabesk bir havaya bürünüyor.Tabi eğer barok sanatı seven biriyseniz her odasında hayranlık uyandıran izlenimlerle dolu dakikalar yaşayabilirsiniz.Müzenin zemin katında sadece ev ortamı sergilenirken üst katta etnografik eserler,,bodrum katında ise arkeolojik eserler ziyaretçilerin beğenisine sunulmuş.


Şu en üstteki baltanın aynısında kendime yaptırmayı karar verdim.
















Yavaş yavaş Trabzondan tepelere doğru yol almaya başlıyoruz.Rotamız Karadeniz'in sık çam ormanlarının kalbine doğru alınan 30 kmlik yoldan sonra engin kayalar üstüne konumlandırılmış, fotoğraflarındakinden çok daha heybetli görünümüyle insanda hayranlık uyandıran mimari bir dehanın ürünü sümela manastırı.Türkiyenin çoğu yerinde eşsiz güzellikte taş yapılar bulunuyor olsada karadeniz kadar hiçbir coğrafyaya bukadar yakıştığını söyleyemem.Karadenizin ,gri,bulutlu gökyüzünün kasvetini , alabildiğine baskın yeşilinin koyu tonuyla hafifletmeye çalışmasına, muhteşem bir ahenkle ortama eşlik eden toprak sarısı taşyapıları, verdiği katkıyla size görülmeye değer manzaralar sunuyor.
                                                                             



























Bir başyapıtı daha geride bırakıp trabzon'a indikten sonra yola devam  etmek için epey uğraşıp veda fotoğrafımı çekiyorum. (HİKAYE18 GİT)















Balıkçı kulubelerinin böyle biraraya toplanıp rengarenk boyanması hem balıkçılar için rahatlık hemde görsel bakımdan güzellik oluşturmuş.

Araklı'ya gelmeden sağa sapan yol ile santa harabelerine  doğru ,yomra deresinin vadide yayılan sesleri eşliğinde devam ediyoruz gezimize.Yol tarifi aldığım yaşlı amca gayrimüslim olmadığımı öğrenip   bisikletle oraya gitmek istememe bir anlam veremediğini açıkça belirtiyor.Nedense insanlar merak için yapılan başka kültürlere ait yerlerin gezilmesine bazen önyargıyla bakabiliyorlar.Siz oraya geçmişin gizeminden doğan heyecan verici duyguları , yaşayarak az daha görünür kılmaya giderken  onlar bundan bihaber, sadece günü yaşamaya odaklı olabilmekteler.Yolumuz üstünde bir kaç tane restore edilmiş 19 yy köprüsüde mevcut.Bolca taze kekiğide bulma imkanınız var.
















Maden köyüne girmeden hemen önce bu uçurumun dibinde bugüne kadar canlısına hiç şahit olmadığım bir ses kulaklarımda çınladı..Yüksek  uçurumların semalarında özgürce uçan birkaç kartalın  adeta insanın tüylerini diken diken eden ,vahşi bir çığlığı andıran seslerinin,  vadinin içinde yankılanarak gökyüzüne karışıyor olması muhteşemdi.






Maden köyünde bir bakkalın kapısındaki        Bu coğrafyada yollarda dahil heryer su afiş                                                                      yatağı olmuş durumda


Bu otun değişik bir aroması vardı fakat ne olduğunu bilmediğim için toplamaktan vazgeçtim.Bilgisi olanlar varsa mail atabilirler.
















Gizemli ıslıklarıyla kmler boyunca etrafınızda ötüşen yağmur kuşlarının  (halk dilinde söylenen ismi karaca, rengarenk sivri gagalı sığırcık boyutlarında bir tür arı kuşu) sesleri çağlayan suların uğultusunda kayboluyor.






























































Daha başlagıcından itibaren köprüleriyle kendine hayran bırakıyor santa harabeleri.Ferah ve serin rüzgarların süpürdüğü tepelere sırtlarını yaslamış 7 mahallesiyle geniş bir alana yayılmakta.Vadinin karşılıklı olarak sırtlarına inşa edilen evlerin en önemli özelliğiyse şüphesiz sakinlerine geniş bir vadi manzarası sunuyor olması.Başlangıçta sol taraftaki yamaçta kalan zurnacıya doğru ağır ağır pedal basıyoruz..Burda mahallenin arka taraflarına  doğru giderseniz çok daha kaydadeğer manzaralar görmeniz mümkün.Hep fotoğraflarda bu türden kareler görüp sonrada bunların ya alplere yada kuzey İngilterede biryerlere ait olduklarını öğrenirdik.Oralara  bizzat gidip görmesemde artık söyleyebilirim ki bu coğrafyada en az diğerleri kadar  tatil planlarına eklenmeye değer nitelikte.Zurnacının ardından son sürat aşağı inip köprüyü geçtikten sonra az önce karşıdan baktığımız merkez piştofli mahallesine doğru yol alıyoruz.Piştofli tüm bu 7 mahallenin merkezi mahallesi olarak kullanılmış.En önemli yapısıysa en parlak dönemini 19. yy da yaşamış rum ruhban okuludur ki çok  kaliteli bir eğitim verildiğinden dolayı taa trabzondan buraya okumaya gelirmiş öğrenciler.Bu kadar bilgi ve geziden sonra tam gitmeye niyetlenmiştim ki gitmek üzere olduğum yolu koyu bir sis bastı.Tarlasında çalışmakta olan yaşar amca'ya rastlamaksa mahalle hakkında daha çok bilgiye sahip olmamı sağladı.O gün orda kalmayı kararlaştırıp oturdum yaşar amcanın yanına ve anlatmaya başladı...


-Bu yol taşköprüye gider sis yarın sabah kalkar ozaman devam edersin bu gece burda kal.Buralar çok eski oğul.Tabi en parlak dönemini 1800 lerde yaşamış.Ama inan, halkı çok medeniymiş.Bir çukur kazıyorduk içinden insan  geçebilecek ölçülerde cilalı kanalizasyon boruları bulduk.Adamlar o zamandan bunları düşünmüşler.O kadar gelişmişlerki bir ara kendi paralarını bile basar hale gelmişler.Tabi mübadele sırasında hepsi gitmiş buralardan.Geçenlerde bir madam geldi Fransa'dan.Dedeleri buralıymış.Adım adım gezdi heryeri sonra bana dönüp iyi bakın yıkmayın buraları dedi.Atatürk'e minnettar olduğunu söyledi.Önce şaşırdım sonuçta onları süren birisi.Tabi açıklama getirdi ardından''Eğer biz Fransa'ya gitmeyip buralarda kalsaydık fakir kalırdık şimdiyse çok zenginiz.''Kadın haklı üç şey şehirde oğul para,medeniyet,bilgelik.Burda tonlarca fındık yap seneye karnın zor doymuş yine aynı işi yapıyor olursun.halbuki şehir öylemi alırsın satarsın yağmur yağdı, kar yağdı derdin olmaz.Ben çok bulundum İstanbul'da, diğer şehirlerde çok gezdim şurda durmamın tek sebebi babamın vasiyeti.''Satmayın dedi buraları abat edin dedi''.Bizde ona hürmeten çalışıyoruz böyle işte.


Böyle özetledi hayatı yaşar amca son sözüyse ‘’okuyun oğlum öğrenin’’ oldu.Yanından ayrılıp piştofli köy kahvesinin yanına ertesi gin birkaç mahallaeyi daha gezmek üzere çadırımı kurdum.Sabah Binatlı,Çakallı mahallelerinide gezip dönmek zorunda kaldım çünkü geçeceğim yola deniz tarafından kocaman bir sis bulutu  tekrar ilerlemeye başladı.Genelde hergün 12 den sonra bu sis aşağıdan yukarıya doğru ağır bir tempoda ilerleyerek Taşköprü yolunu kaplar.Santa’ya veda edip taşköprüye karaca kuşlarının gizemli senfonileri eşliğinde yol alıyoruz.




Zurnacılıdan birkaç fotoğraf.







































Merkez piştoflide ki kilise ve diğer kareler..














Rum ruhban okulu...















Çakallı dan kareler..

































Piştofli deki merkez kilisenin silinmeye yüz tutmuş freskleri.İznikteki Orhan camiinin(ayasofya kilisesi)duvarlarındaki hat sanatı yazılarını hatırlıyorum çocukluğumdan.Yağmur altında yıldan yıla yok oldular korumaya alınmadıkları için.Yanıma gelen çocuklar aktarıyor;''Birileri gelip bu resimleri sürekli kazmalarla dağıtıyor,yokediyor diye''.Tamam belki diğer ülkelerde eserlerimize yapılan yoketme politikalarını görmezden gelemeyiz ama neden bizde aynı düşüncesizliği yaparak tarihi yok edelim ki. Mükemmel bir turizm potansiyeline sahip olan biryeri neden önemsiz kılmaya uğraşıyoruz anlamış değilim.Birkaç freski muhtemelen tarihe karışmadan gören son insanlardan biri olarak yoluma devam ediyorum.











Burda muhtemelen cehenneme götürülen insan, kolundaki iki zebaniyle tasvir edilmiş olmalı.





























Santa'da diğer yaylalar gibi sakinlerinin bir çoğunu,  kışın ayak seslerinin yavaş yavaş hissedildiği  bu günlerde  ovaya doğru uğurlamıştı. Geriye kalan birkaç hanedede artık yola çıkmadan önceki son hazırlıklardan bahsedilir olmuştu.Ekmek sıkıntısı olduğundan köy kahvesinden aldığım çay ve bisküviyle yola çıkmak zorunda kaldım .Neyseki yolumun üstündeki bir yaylada birkaç insana rastgelebildim.Sağolsun yardım talebime cevap veren  genç bir kız bir parça köy ekmeğinin yanına doğal tereyağıda koyup beni sevindirdi.Yemeğimi bu muhteşem manzaraya karşı duran masada yapma isteğimiyse  ''abi laf çıkar sen en iyisi yukarıda çeşme başında ye ''diye kibarca reddetti.Olsun yinede yardımseverliklerine minnettarım.
































Yörede ısınmak için yaygın  olarak kullanılan tezekler bu şekilde kurutulmakta.
























Taş köprü yaylasına gelirseniz özellikle şezon dışında canınızın sıkılması olası.2 gün kalmak pek akıl karı olmasada hastalağın  verdiği halsizlikle  buna mecbur kaldım.Yapılabilecek en mantıklı aktivite tesislerin arkasındaki tepelere tırmanmak ve karaca kuşlarının rüzgarın sesiyle birlikte uykunuzu getiren bir ninni tadındaki sesleriyle kestirmek.Şansımda yaver gidince yayladakilerin söylediklerine göre sıradışı sıcaklıkta ,güneşli günlerin tadını çıkardım.Karaca kuşlarının kısa bir anınıda video olarak sizlere sunuyorum.(VİDEO)(HİKAYE19 GİT),(HARİTA).





























Ve şimdide  şirin mimarisiyle adeta masallardan çıkagelmiş bir mekanın tasviri şeklinde inşa edilmiş Yağmurdere beldesindeyiz.Kocaman çatılarına rağmen küçücük ahşap pencereleri ve albenili renkleriyle sanki küçük bir çocuğun resmettiği bir mizansen gibi.Özellikle alt  resimde en soldaki ev bana hanselle gratel hikayesindeki cadının evini anımsatır gibi geldi.





















Yağmurdere'den sonra şehitler tepesinin yanından geçiyorsunuz.Bunlar 1918 şubatına kadar süren 19 aylık rus işgalinde şehit olan askerlerin mezarları.Yol üstünde çokça bu tip mezarlardan gözünüze çarpmakta.

























Balahor yaylasında bakkal bulmanız mümkün .Ama kim olduğunuz sorulduğunda verdiğiniz öğrenciyim cevabıyla, anarşistmisin sorusunu duyabiliyorsunuz.Ne alaka diye sorduğunuzu duyar gibiyim bende öyle sordum. Bakkal amcamız ''artık anarşistler üniversitelerede sızdı''diye kendini savundu. En kötüsüyse anarşistten kastının bildiğimiz terörist olduğunu öğrenmekti.Bu kadar tepkiden sonra ya millet terör konusunda çok tedirgin yada acaba çokmu terörist gibiyim diye ikilemde kalmak gerçekten komik.Umarım ilk seçenek geçerlidir.























Salmankas geçidi dibindeki ilginç kaya oluşumlarından ziyade bikaç metreyle iki farklı ilin topraklarına ayak basabilmenize olanak tanıdığından farklı bir geçit. (HİKAYE20 GİT)































Geçitte aldığım tarifle ineklerin gittiği yoldan ,daha doğrusu izlerden devam ediyorum.




































Eğer rotanızı bir inek sürüsünün kılavuzluğunda belirlerseniz yolun bitmeside genelde başınıza gelebilecek bir hadisedir.Neyseki etrafımız açık alanki nereye gittiğimizi kestirebiliyoruz.














Görünmez çukurlardan sürekli sendelemekten bıkınca bir köye inmeye karar verdim fakat etrafta ,yakın olarak nitelendirilebilecek  hiçbir köy kalmamıştı.Tam artık çadır kurup dinlenmeyi düşünürken birkaç km ileride kalabalık bir koyun sürüsü görünce çobanından bilgi alabilme umuduyla oraya doğru ilerlemeye başladım.Çoban Fatih kendi köyüne gidebileceğimizi zaten ordan limonsuyu yaylasınada yol olduğunu söyledi.Sonrasındaysa ''yaaa başta terörist sandım, sonra defineci diye düşündüm anca epey konuşunca zararsız biri olduğuna kanaat getirdim .Ama neden böyle bisikletle deli gibi yola çıkıyosun bi motorsikletle çıksana ''diye sitemde bulundu.

Cevabı açık, bisikletle çıkmakta bir çekicilik olduğu kesin ama bukadar tercih etmek için en önemli sebebi şüphesiz sahibini çok zorda bırakması.Zorda kaldığınızda çözüm için olmadık yollara giriyor ve bu yolda sayısız kişi ve hikayeyeyle tanışıyorsunuz.Yani motora göre daha belirsiz bir şekilde yol alıyorsunuz.Buda  doğal olarak işin macera katsayısını arttıran en önemli etken.Ve birde hikayenin sonunda güzel bir manzarayla karşı karşıya kalırsanız yaşadığınız onca sıkıntının uçup gitmemesi için hiç bir sebep yok.

Fatihle 900 koyunluk bir sürüyü önümüze katarak hoş bir sohbetle 1.5 saate köye ulaşıyoruz.(HARİTA)(HİKAYE21 GİT)














































Hayatınızda yapmanız gereken şeyler listesine kesinlikle kalabalık bir koyun sürüsünü otlatıp ardından akşam olduğunda önünüzde sürerek ağılına kapatma deneyimini ekleyin derim.Tüm bunları yaptıktan sonra böyle bir şeyi yaşamanın verdiği keyif yanında, size öbek öbek bakan gözlerin verdiği mutluluk, gerçekten harika bir duygu.













































İlk adımımı atmamla birlikte, kuytu bir yere sığınmak  için sağa sola kaçışanların telaşının sebebi yağmur, etkisini iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştı  Limonsuyu yaylasında.Üst katı otel olarak kullanılan yayla kahvesine girerken gördüğüm birkaç kişinin hemen ardından içeri daldığımda, dibine üşüşenlerin iliklerine kadar ısındığı çıtır çıtır yanan sobanın yanına bir iskemle çekip oturdum.Az sonra yanıma gelen genç bir çocuk ''ne istersiniz'' diye lafa girince Taşköprü yaylasında fotoğrafını çektiğim  bir haritada bulunan kilise kalıntısı simgelerini gösterip buralara nasıl ulaşabileceğimi sordum.Sobanın dibindeki diğer kahve sakinleride konuya dahil olsalarda o civarlarda böyle kalıntıların olmadığını, varsada bilmediklerini söylediler.Tam o sırada yaşlı hacı sakallı bir amca kahveye adımını atınca  genç çocuk amcayı gösterip ''biliyorsa bi o biliyordur bi sor bakalım''diye dikkatimi başka bir yöne çekti.Hemen yanına gidip amcaya durumu izah ettim.Aldığım cevapsa, santa harabelerindeki çocukların anlattıkları tahribatı yapanların zihniyetini yansıtan cinstendi.Gayet gururlu bir edayla ''Yok kilise milise, biz yıktık onları.''diye söze başlayan hacı amca ''cami olsa gidiyomusun''gibi saçmasapan bir soru yöneltti bana.Sanki kiliseye tapınmaya gidiyormuşum gibi bir fikre kapılan amcaya ''İyi b.k yediniz''demek geldi o an içimden.Tabi mecburiyetten birkere daha sorduğumda bilmediğini dile getirince konuyu kapattım.Hayır, hani osmanlının en dindar padişahlarından biri olan Fatih bile ayasofyayı cami yapmasına karşın, en basit bir freskini bile kazıtmamışken bu millet sahip olduğu şu zihniyeti nerden aldı akıl erdirmek zor doğrusu.Azıcık kafası çalışsaydı zaten amcamızın ,  o mekanları restore ettirip, yıllar önce geri püskürttüğü düşmanın buraları gezip görmek için can atan   torunlarından, eşek yüküyle para alırdı.Kiliseleri gezemeden yolumuza devam ediyoruz.Kiliselerin haritasını haritalar kısmında taşköprü haritasında bulabilirsiniz.

Limonsuyu yaylasından sonra Sultanmurat yaylasına giriyoruz.Yayla ismini İran seferinden dönen 4. Murat'ın konakladığı yer olmasından almış.Bu yaylada lüks bir otelde mevcut.Hatırlatmakta yarar var limonsuyu yaylasında banka kartı geçmiyor.Sebebiyse telefon direklerinin kışın düşen çığlardan dolayı  yıkılması.Sultanmurattaysa birtek bu otelde kart geçmekte.








Ataköy'e ulaşıyoruz.Burdan sonra uzungöle yağmursuz,sissiz asfalt yolda gitmek keyfimi yerine getiriyor.Yolda bu güzel mimariye sahip camide görülmeye değer.















Hayal ettiklerinizden biraz farklı bulmanız olası Uzungölü.Çoğu insan burayı muhtemelen  duvara asılan bir posterin veya bir takvimin üzerinde görmüştür .O resimlerde biraz daha  doğal haliyle görünen uzungölün  aslında turistik açıdan epey canlı bir yer olduğunu görmek sizi şaşırtabilir.Ben bu duruma pek sevinemedim çünkü turizm bir yere uğradığında ister istemez orayı biraz daha sıradanlaştırıyor.Ne kadar imkanlar artarsa o ölçüde doğanın dışına çıktığınızı hissediyorsunuz.Biraz ortamından bahsetmek gerekirse, her  iki yakasında da eskiyi andıran şirin sokak lambaları eşliğinde kısa bir gezintiye imkan tanıyan göl, dinlenme ihtiyacı hissettiğinizde ,   hemen yanıbaşınızdaki  banklardan birinde  siz kendinize gelirken , sunduğu görsellikle üzerinizdeki yorgunluğu atmanıza yardımcı oluyor.Eğer suya biraz daha yakın olmak isteyenlerdenseniz fıstık yeşili tahta korkulukları geçip bir kaç basamak aşağıya indikten sonra ayaklarınızın dibindeki suyla istediğiniz kadar zaman geçirebilirsiniz.Göle karşı birşeyler yiyip içmek gibi bir niyetiniz olursa  çok yakın olmasada  gölü görebilen birkaç restaurant mevcut.Gelen turist profili genel olarak  coğrafyalarının onlara sunduğu çöl-deniz manzarasını  görmekten bıkmış usanmış,yeşile hasret Araplardan  oluşmakta.Batılı turist neredeyse hiç göze çarpmazken ,yerli turist sayısı günübirlik turlardan kaynaklı, akşama doğru gözle görülür biçimde azalmakta.Biraz adrenalin yaşamak isteyenler içinse merkeze birkaç km uzakta bir go-cart pisti mevcut deyip gölün üst taraflarına doğru tırmanıyoruz.Üst bölümlerde gölü besleyen akarsuyun akışı , taraça taraça küçük göletler oluşturacak şekilde ,önüne çekilen beton setlerle yavaşlatılmış.Yapılaşma namına hiçbir tesisin olmadığını görmek ,Uzungölden sonra  tekrar gerçek doğaya kavuşmanın verdiği mutluluğu yansıtıyor insana.



























Bu kuşu  öncesinde bir balık sandım yaklaşıncaysa bi karış suya dalıp çıkan bir derekuşu olduğunu gördüm.Sonradan öğrendiğime göre ötücü kuşlar arasında tek suya dalabilen kuş türü derekuşuymuş.Aynı zamanda çokta ürkek bir kuş.










Geldik misafir etmenin tanımını değiştirecek olan Yaşar amcanın evine.Hayatımda görmediğim kadar içtenlikle yapılmış bir ağırlama bahsettiğim.Kültürümüzün belkide en önemli mirasıydı bize artık unutmak üzere olsakta ...(HİKAYE22 GİT)


Kaldığı süre boyunca misafirine ait odanın içini ,mis gibi çıra kokusu kaplarken Yaşar amca üşüyen misafirini bir an önce sıcağa kavuşturma telaşında.























100 küsür yıllık tarihi evin oturma odasının ortasındaki tandır.




























Yeni bir bisiklet yapmanın bile mümkün olabileceği atölye ve tabi biraz işten sonra güzel bir çay molası.


Aklıma geldikçe yüzümde tatlı bir tebessümle hatırlayacağım bir anının ardından minnet duyguları eşliğinde aygır ve balıklı gölleri görmeye gidiyorum.Köylülerden aldığım bilgiyle taa aşağıya inip tekrar anzere tırmanmaktansa 3 yıl önce açılan botaş doğalgaz yolundan anzere gitmeye karar verdim.Yaşar amcada teyzede öyle yalvarıyorlarki ''Oğğlum kurban oluyım yaradana gitme oralarda şenlik yok şimdi gel aşaıdan git noollur'' diye.Hani anneniz veya babanız olsa okadar yalvarmaz .Ama tabiki karar verildi birkere dönmek olmaz deyip göllerden sonra botaş yoluna dalmayı planlıyorum.


Göl yolunda değişik bir böcek türü.































Balıklı gölden bir kare.
























İşte bu hiç iyi olmadı diye düşündüm bir an için.Birkaç saat sonra geçeceğim dağlar sise bürünmeye başlamıştı.



























Sonraki iki karede yukarıdaki aygır gölüne ait.Karşıda görünen dağlarda birkaç tane daha göl olduğunu duysamda sis bastırmadan botaş yoluna girsem iyi olacak diye düşünüp geri döndüm.

















Nasıl olduysa sayacımın kablosun direksiyonuma takılıp kopması bana tamiri için tam 1.5 saate mal oldu.Tabi artık botaş yolunun tamamı sise bulanmıştı.

güzergah hakkındaki tüm bilgileri yola girmeden önceki son mahallede oturan bir köylü yükümün çok ağır olduğunu,bu siste oraya gitmenin tehlikeli olacağınıda ekleyerek bana aktarıyor.Yürüyüş hızıyla 4 saat mesafede ilk yaylanın olduğunu oradan sonrasınınsa anzere yakın olduğundan bahsedip son olarakta gitmememin mantıklı olacağından söz ediyor.Eğer bir yola girmeye karar verdiyseniz çevrenizden yola dair tüm bilgileri öğrenin fakat bunun dışındaki hiçbir olumsuz uyarıya kulak asmayın derim.Yolun bir yere çıkıp çıkmadığını kendiniz gidip görün.



Yolun başlangıç kısmı ve muhtemelen bir çobanın sığınmak için oluşturduğu taş yapı.

Her ne kadar yol diye bahsetsemde eğer bu güzergahtan geçmeye niyetlenirseniz bunun sizi epey zorlayacağını bilmenizde fayda var.3 yıl önce botaş'ın mühendis ve işçilerini 4çarpı4 araçlarıyla taşıması için düzlenmiş bir zemin olmasının dışında jeolojik yapısından dolayı, kırılan kaya parçalarının sürekli ayağınızın altından kaymasının verdiği etkiyle, sürekli yere kapaklanmanız olası.
Bisikletle geldiyseniz neredeyse yolun tamamını onu elinizde taşıyarak gitmek zorunda kalmanızın yanında eğer bide benimki gibi yükünüz ağırsa işkence dolu bir yolcuğa hazırlıklı olun derim.Tabi ruhunuzu bunalımlara sokan siside hesaba katmak lazım.Mat gri rengin  insan ruhunu soktuğu ağır  melankolinin etkisiyle başa çıkabilmek hayli zor.Birkaç adım sonranızda ne olduğunu bilmeden  koyu bir belirsizliğe doğru yol almak isteğiniz dışında   zihninizi  gelişen olaylara tepkisizleştirebilir.Böyle kendinizi gerçek dünyadan soyutlayıp düşüncelere daldığınız dakikalarda  birden ayağınız altından kayan taşların azizliğine uğramaksa ağzınızdan en ağır küfürlerin dökülmesi demek. Tabi bazen insanı azda olsa rahatlattığınıda söylemek yanlış olmaz:D.Ve böyle gerildiğiniz anlarda doğa size küçük şeyler sunarak tüm telaşınızı unutturan,  yüzünüzde bir tebessüme  yol açan hediyelerle karşınıza çıkagelir bazen..  Kmlerce soğuk kayalar ve gri tonlarla bezeli toprakları  gördükten sonra insan böyle basit bir buket  papatya sarısıyla bile ciddi anlamda mutlu olabiliyor..


Görüş mesafesine en büyük darbeyi vuran sisin, asıl vurgununu ruhsal olarak hissettirmesi sözkonusu .Önünüzde dalıp gideceğiniz yüksek dağlar,derin vadiler yada başınızın üstünde uçsuz bucaksız mavi  bir gökyüzü kalmadığında , sizi hayata bağlayan hayalleri kurmak için lazım olan düşüncelerden de uzak kalıyorsunuz ister istemez.Etrafınıza hakim olan grinin soğukluğuyla, uyuşmaya başlayan düşünme yetinize yeniden hakim olmak için gerekli olan gücüyse aniden kaskınızın üstünde beliren  mavilik mümkün kılıyor.Önceleri bir anlam veremeyebilirsiniz eğer o güne kadar hiç bulutların üstüne çıkmadıysanız.Saatlerce ağır kasvetiyle ruhunuzu baskı altına alan varlık şimdi kendini affettirmek istercesine bütün  ihtişam ve güzelliğini gözler önüne sermekten yanayken, kendinizden geçmeden bu manzaraya karşi durmak mümkün değil.Kendi çoktan gözden kaybolmuş güneşse son elinde kalanlarla gözünüzün önünde olan bitene masalsı bir gölgelendirme yapmaktan yana..Dağlarla aranızdaki derin vadileri görünmez kılan pamuğumsu düzlük ulaşmak için günlerinizi harcamanız gereken zirveleri sanki birkaç adım mesafedeymiş gibi gösterdikçe koşa koşa kendinizi boşluğa bırakmak isteyebilirsiniz heran. Önünüzdeki bulut denizinin durgun hali,  kendi iç dünyanızdaki fırtınalı suları sessiz bir sakinliğe kavuşturmak konusunda oldukça kararlıyken bu etkileşimin verdiği iç huzura erişmekse harika.



































Müzikler eşliğinde olağanüstü bir etkiyle insanın ruhunu elegeçiren bu resme dalmışken karşıdan gelen 2 çobanla karşılaştım.(HİKAYE23 GİT).Bu mevkinin adının cinliyatak olduğunu söylediler ama ben buraya aşağıdaki oluşan silüetinden dolayı timsah tepesi ismini daha uygun buldum.Kaçkarlar bulut denizinin içinde adeta suda yol alan bir timsah gibi görünüyordu.

























































Özgürlüğün ruhunuzu ele geçirmeye başladığını hissettiğinizde artık bu duygunun  esiri olmamanız mümkün değil.(VİDEO 2)


































Kendi meraksızlığıma kızgın bir şekilde makinamın gece çekimi yapabildiğini ilk defa timsahtepesinde öğreniyorum.İlk fotoğrafım biraz bozukta olsa diğerleri ortamı gözünüzde canlandırmanıza yardımcı gibi .



Hiç akşam olmasını istemesemde gökyüzü bir kez daha gecenin karanlığına teslim olmuştu.Sağımda bulut denizinin içinden çıkan geldiğim yol ,solumdaysa tekrar bir bulut denizine dalan gitmek istediğim yol durmaktaydı.Bense berrak bir gökyüzünün altında bulutların bile üstünde etrafı seyre dalmıştım. Böyle  bir durumda yapılacak en mantıklı şeyse, tahmin edeceğiniz gibi çadırınızı kurup bu atmosferin keyfini çıkarmaktır.


Geldiğim taraftaki deniz.


























Yakınlığın verdiği etkiyle o gece en sönük yıldızlar bile ellerinden gelen en parlak ışıklarını yayarken  gökyüzüne, ay bile sıradanlaşıyordu istemeden.Bulutların büyük bir kısmını görünmez kıldığı bu yükseklikte bile kaçkar dağları tüm ihtişamıyla uzanırken önümde,sanki devamında bir  masal dünyasının varolduğu izlenimi veren kıvrımlı yol asıl mutluluğa götürmek ister gibiydi onu gidenleri.
Ve hala ıssızlığın hakimiyetine ısrarla vurgu yapan sessizliği  bozabilecek, ufak bir kıpırtıdan dahi söz etmek mümkün değildi bu sıradışı geçitte.

























Sabah inilecek vadide buluttan eser yoktu..























Etrafta gördüğüm tek canlıysa tahminimce bir atmacaydı.


Gece vahşi hayvanlara karşı acil durumlarda kullanmak üzere kestiğim otlar matımın yokluğunda sırtıma batan taşların etkisini azaltmak için çadırımın altına serildi.Çam yaprağı veya otları toplayarak mükemmel bir uyku çekebilirsiniz.



































Anzerde köy kahvesinde üniversiteli bi arkadaşa rastlayınca internete ulaşmakta mümkün oldu.Kaçkar dağları milli parkına ,her nekadar sonradan öyle bir yol olmadığını görsemde ,ispir sırakonaklar'dan sonra Karadeniz'e açılan bir vadiden akan  derenin ,yanındaki patikayla ulaşabileceğime kanaat getirip  yola koyuldum.





















Kmler sonra tekrar asfalt yola kavuşmak insanı mutlu eden bir şey.İspir karayolundan devam ediyoruz.İspir karayolunda tulumpınar köyüne yanlışlıkla sapmış olsamda tarihi birkaç ev görmek güzeldi.





























Yolda oldukça kara kovan balcılığı yapan işletmeciler var.Biriyse yazdığı mısralarla sizi bal almaya teşvik etmekte.(HİKAYE24 GİT)




















Genç bir şöförün yolun başında yukarıya kadar çıkarma teklifine rağmen prensiplerim gereği tırmanmaya başladım, bu 11 kmlik yokuşa.Nefret katsayınızı arttıran cinsten bir tabela bu fotoğraftaki.






Muhtemelen terkedilmiş bir yayladan geriye kalanlar.





11km boyunca pedal basıp en yukarıya çıktıktan sonra tabelaların söylediğine kulak asmanın imkanı yok.İşin en keyifli yerinde yapmanız gereken fren kollarını kendi hallerine bırakıp beş parmağınızla sadece direksiyonu kavramak .60 km'den aşağı düştüğümü pek hatırlamıyorum nedense.



Nihayet eski mimariyi örnek alan inşaatlar yükselmeye başladı.




Karadenizde kerpiç evlere bu ilginç mimari şekliyle farklı bir görünüm verilmiş.



























Ve birkez daha kendine hayran bırakan bir rotaya doğru anayoldan saptıktan sonra yol almaya başlıyoruz.Sadece adının Moryayla olmadığını, toprağı ve bitki örtüsünün de, üstünden gelip geçenleri, yeryer kırmızıya yeryer pempeye çalan mor renginin sakinleştirici etkisine ortak ettiğinide söyleyebilirim bu coğrafyanın .Mevsiminde gelirseniz eğer, mora çalınmış  bitki örtüsünün hakimiyetini daha iyi gözlemlemeniz mümkün.Ancak bu güzergahı, çayırlara hakim morun güz aylarıyla birlikte gitmesiyle kaybettiği ihtişamını, ağaç yapraklarında beliren kırmızı ve sarının kendine hayran bırakan tonlarıyla gizlemeye çalıştığı sonbaharda    ,gökyüzündeki yağmur yüklü bulutların arasından ara ara kendini gösteren ışık hüzmeleri altında  görmeninde ayrı bir keyfi olduğu şüphesiz.Size eşlik eden nemli toprak kokusu eşliğinde, etrafa hakim loş ışıkla beraber olağanüstü bir gizeme bürünen kil rengi toprak yol, üstünde giderken adımbaşı durup çevrenizde sahnelen bu gerçekdışı mizanseni saatlerce seyre dalmanıza neden olabilir.Tüm bunların yanında sunduğu yedigöller manzarasıyla anılarınızda yer tutmayı fazlasıyla hakeden bir rota bahsi geçen.







Nefes nefese bıraksada bir yüksekliğe çıkmak, atılan her adımla  kazanılan irtifanın sonunda görmeye başlarsınız, nerede olduğunuzu.Bunun yanında her attığınız adımda kaydadeğer bir şeyler daha çıkar karşınıza.Ama bulunduğunuz yerden gitmemeye kararlıysanız başka yerlere, işte o zaman hayata ya da dahada önemlisi  kendinize karşı olan öğrenme isteğinizde tükenmiş demektir.Tıpkı bu yanlız ağacın yansıttığı acıklı görünümüne benzer , size bakanlarda oluşturduğunuz izlenim.Tanıklık ettiğiniz birbiri ardına sıralanan onca günün getirdiği sayısız hikayeye  rağmen, her geçen gün sizi olduğunuz yere sabitleyen kökleriniz yüzünden, uzak kalmaya mahkum olursunuz mutlu bir hayata.









































Ulutaş köyünden  bir kare.







Moryayla  köyündeki bir kavak bahçesi.Bu köyden sola giden yol ile yedigöller(buzul gölleri)'e gitmek mümkün.Göllere inip dere yatağından sırakonaklara ulaşabilme imkanı olduğunu duysamda hastalığımın tekrardan vücut kırgınlığıyla kendini göstermesiyle normal yoldan sırakonaklara gitmekte karar kıldım.Eğer çok yükünüz yoksa macera için denenebilir.

















Kmlerce çıkılan kil kırmızısı toprak yolun sonunda, önüme çıkan devasa büyüklükteki vadiye doğru nihayet inişe geçmiştim.Uçsuz bucaksız bir kanyon görünümündeki vadinin yamaçları üstünde bulunan  geniş çayırlıklara ara ara kondurulmuş köy evleri, sanki yükseklerdeki bir kartal yuvasının erişilmezliğine sahipti.O güne kadar vadiden ulaşımın mümkün olmadığı  bu bir kaç yerleşim  sessiz sedasız çoruhu seyrederken   , tırnaklarıyla toprağı kazar gibi kayaları delen iş makinalarının dik yamaçlara zikzak çizerek  açtığı yollar yüzünden  ''erişilmez''   ünvanını yitirmeye hergün bir adım daha yaklaşıyordu.Hep adını duyduğum  ünlü Çoruh nehrinin geçtiği vadiyi, ilk kez görmenin verdiği heyecanla geçen, rahat bir inişten sonra nehir yatağına ayak basmamla  birlikte cantımın  asfalta yapışması bir oldu.Bir şantiye bahçesinde tamir işini hallettikten sonra artık vadi boyunca önümde uzanan yolda çoruh nehriyle beraber ilerlemeye başadım.

Yolda rastgele karşılaştığım işletmeci Murat çimen kendi mekanına davet edince oraya doğru yol almaya başladım.Yoldaki tabeladan üzerinde hummalı hes inşaatları olan bölgenin aslında bir yaban hayatı koruma sahası olduğunu öğrenmek beni biraz şaşırtsada asıl şaşkınlığı o gece fikirlerimi değiştirecek gerçeklerle yüzleşince yaşayacağımı bilmiyordum.



























İşletmeyle asıl ilgilenen kişi Murat çimen'in kız kardeşi Melek Erdoğan.Bu işletmede yaşadığım tüm olayları ve HES inşaatlarına dair tüm izlenim ve düşüncelerimi ayrı bir sayfada ele almak üzere yolumuza devam ediyoruz.

Melek tam bir hayvan delisi.Bu köpeği Ceri.














Bu da  kedisi minnoş





























İşletme modern dünyanın olabildiğine dışında bir hayat sunuyor ziyaretçilerine.Küçük odanın içini ısıtan sobanın üstünde kaynatılmış suyla banyo yapmak bilmeyenler için ilginç bir deneyim olabilir.



























Meleğin annesi yaşlı teyze, arka bahçesinden çoruh vadisinin berrak suyuyla bereketli topraklarında olgunluğa erişmiş elma,kızılcık ve reyhan otundan ikram edince bu güzel fotoğraf ortaya çıktı.







Çadırımı toplarken karşıma çıkan bu ikiliyi yanyana çok gördüm ama hiçbirisinde bukadar anlamlı bir görüntü çizmiyorlardı.Biraz daha farklı bir açıya geçmeye çalışırken ceri gözlerini aralayınca fotoğrafın büyüsü biraz bozuldu.




Hes inşaatlarından dereye düşen kayalar.

































Sırakonaklara doğru giderken gözünüze çarpan muntazam bahçe düzenleri sizi kendine hayran bırakabilir.Tabi bu düzenleme büyük ölçüde zamanın da buralarda yaşamış gayrimüslimlerin mirasının bugünkü sakinlerinin elden geçirmesiyle hala zamana direnebilmekte.



























Sırakonaklardan sonra çavuşlar mahallesi gelmekte .Burda bir pansiyonda mevcut.Kaçkarların diğer tarafına geçmek istediğimi duyan herkes beni şöyle bir baştan aşağı süzüp sonra yayan bile gitmenin zor olduğunu ekleyerek bisikletle bu işin mümkün olamayacağını belirtmekten kendilerini alamadılar.İnsanlar kendi yapmadıkları bir işi  sanki imkansızmış gibi görmeyi kabullenmişler.Yapılan yorumlarda hep bunu doğrular nitelikte''canına mı susadın sen , ölürsün ,olmaz''.Size tavsiyem gitmek istediğiniz yolun   gidebildiğiniz yerine kadar gidin .Böylece olumsuz bir durumda geriye dönerseniz aklınızda acaba diye sorulara yer olmaz.Hatta belkide ''imkansızı''başarır ve kendinize olan inancınızı zirveye taşımış olursunuz.



























Evinde kaldığım köy öğretmeni Haydar'a teşekkür ederek yola koyuluyorum.Yol desemde aslında çavuşlar mahallesinden sonra artık yol yok .Kaçkarlara doğru son yerleşim olan Davali yaylasına doğru arada bir yanımdan geçen atlı eşekli köylülerle selamlaşıp devam ediyorum.





Böyle düzgün bir toprak kesim gördüğünüzde sevinçten havalara uçmamak mümkün değil.





Yolda böyle derelerdende atlamak zorunda kaldım.Ama inanın kendimi bile zor çıkardığım bir yamaca yüklü bisikletimi çıkardıktan sonra bu dere geçişi hiç birşey.































Yolsuzlukta kurumuş dere yatakları kolay hareket için en mantıklı yollar.


Ve çavuşlara yaklaşık 25 km uzaklıkta bulunan davaliye varıyoruz.Akşam 5 te aldığım bilgilerle karadeniz tarafına geçmeden önce ayrı bir yolu olan buzul göllerini gezmek için alelacele bisikletimi bir eve emanet edip tırmanışa geçiyorum.Sadece gidiş gelişin 4 saat süreceğini söyleyen köylüler gözümü epey korkutsada seri adımlarla 3saat 10 dakikada gidiş dönüşü tamamlayabildim..Kısıtlı zmandan dolayıda 20 dk lık bir manzara seyrine mecbur kaldım.Yaylanın az ilerisinde aşağıya akan derenin dibinden takip ederek göletlere ulaşabilirsiniz.





























İlk ulaşılan buzul gölü.
























Üst taraftaki büyük buzul gölü.Bu göle küçüğün sol tarafından tırmanılarak ulaşılabiliyor.Büyük gölün manzarası yanında kaçkarların ufukta kaybolduğu bir panoramayada göz atabiliyorsunuz bu yükseklikten.

































İşte geldik Davali yaylasına ulaşmak için  neden 30 kmlik eziyetli bir yolsuzluğa dayanmanız gerektiğinin açıklamasına.Bu güne kadar yediğiniz tüm pasta,börek çörekleri bir kenara  koyun hatta unutsanız bile yeridir çünkü bu ekmeği yedikten sonra başka bir şey istemeyeceksiniz.Sıra sıra dizili mısır tarlalarından elde edilen mısır unu  veya isteğe bağlı beyaz unun  yoğrulduktan sonra ,Kaçkarların eteklerinde çeşit çeşit otlarla beslenmiş ineklerin tereyağıyla kıvama getirilip  çıtır çıtır yanan kuzine sobada pişirilmesiyle oluşan bu ekmek son olarak üstüne sürülen ,bu lezzette büyük payı olan, keçi sütünün kaymağıyla en son halini alıyor.Sizeyse bu eşi benzeri olmayan ''kaymaklı ekmeği'' şırıl şırıl suların sesleri eşliğinde size ikram edilen bir bardak çayla tatmak kalıyor.Bu lezzeti bu turun ana lezzeti yapmak sanırım yanlış olmaz.



























Ve tekrar yola koyulma vakti.Yazları ailesine keçilerin bakımında yardım ederken bir taraftanda bu doğanın keyfini doyasıya yaşıyor Özal.O keçileri sürerken yanımda bende birazdan ayrılacağımız yere kadar birlikte tepeye doğru tırmanıyorum.Hep yaptığı gibi küçük birikintilerde bir kaç kırmızı benekli alabalık yakalama telaşında fotoğraflarken onu, aniden çektiği balık kaçkarlarda  doğallığının simgesi oldu adeta.




Kaçkarların bu kısmından 3 yaylaya geçiş mevcut.Biri hacıvanak üstünden hamlekit'e,bir diğeri kavrun yaylasından aydere ve bir diğeride bu geçitlerin sol tarafında uzağına düşen bir yaylaya çıkıyor.3 . yaylayı maalesef hatırlayamıyorum.Özaldan 3 yıl önce 2 bisikletlinin 3. yaylaya gittiğini öğrenmem biraz cesaret versede yüksüz oldukları gerçeği aklımdaki acabalara bir yenisini daha ekledi.
Unutmadan davalide köylüler 2 kişilik bir yatakla pansiyonculuk yapmaktalar.Tabi çadırınız varsa pek gerek kalacağını sanmam.Özala ve dostlarına  tüm yardımlarından dolayı teşekkür edip yanından ayrılıyoruz.Artık önümüzde çıkışı hiç kolay olmayacak dik ve taşlık bir yamaç var.





Karşıdaki iki beyaz tepenin arasından dalıcaz.Hayatımda ilk defa bu kadar maceraya girdiğimi söylersem heralde yanlış olmaz.Bu güzergahları hep rehberlerle geçmek gerektiği söylenir fakat şu anda şartlar buna uygun değil.Yolun düz göründüğüne aldanmayın okadar engebe varki yürümek dahi güç bu zeminde.






Üstümde bir kerkenez kanatlarını gökyüzüne açmış süzülürken kaçkarlar bazen kanatlanmadan geçit vermeyi düşünmediğini anlatır gibiydi.





























Vee 3 saat sonra beklenenden  daha kısa bir sürede başarıya ulaşan bir hikaye.Yaklaşık bisikletle beraber 45 kg ı bulan yükle yer yer insan boyu kayaların üstünden atlaya atlaya hacıvanak geçidine ulaşmak mükemmeldi.Hedefimde kavrun yaylasına giden geçit olmasına rağmen yolda başlayıp geçitte dayanılmaz bir hal alan ateş ve kırgınlık sonrasında direkt aşağıda görünen yaylaya inmeye karar verdim.Hatta bir ara okadar etki göstermeye başladıki çadır kurup gece geçitte kalmayı düşündüm.Tabi erzağımın azlığı dolayısıyla birkaç ilaç içip aşağıya doğru inişe geçmeye karar verdim.


























Başarmak için lazım olan inançla yola çıktığınızda kendiniz bile şaşırabilirsiniz gerçekleştirdiklerinize.İmkansız diye adlandıranlar hala oldukları yerde saymaya devam ederlerken siz arkanızda bıraktığınız geçitlerle imkansızları  sıradanlaştırırsınız.































İniş te en az çıkış kadar zor geçti.Yine fotoğrafta  anlaşılmasada zemin berbattı.






Geriye doğru aşılan geçide bir bakış.
























Hacıvanak yaylasına girişim tam bir ihtilal havasındaydı.Sayaca bakmak yeterli.

































Yayladaki evlerden birinden çadır kuracak bir yer göstermelerini istedim.Emre abisi ve annesi epey yardımcı oldular.Bana gösterdikleri yerin eski bir cami kalıntısı olduğunu ve gelen tüm turistlerin buraya çadır kurduklarını söylediler.Emrenin annesinin yaptığı sulu yemekler ve emrenin çaldığı tulum eşliğinde erzurumdan bir anda tekrar karadeniz'e adım attığımı  hissetmeye başladım.Bir kaç km arayla şivelerin bir anda değişime uğradığına tanık olmak sizi gerçekten şaşırtabilir.(VİDEO)
































İçinde mısır unundan yapılmış un helvası ile kuzinede pişirilmiş Amlekit ketesi  çok hoş bir lezzete sahip.Yolunuz düşerse amlekitte veya daha yukarılarda deneyebilirsiniz.Pastanelerde satılanlar pek gerçeğiyle özdeş değil buda aklınızda bulunsun.




























Emrenin annesine kartuşum yolda bozulduğundan ot karışımımı verip demlemesini istedim.Zira gece neredeyse havale geçirecek düzeyde ateşim çıktı.İlaçlarla karnım doydu desem yeridir.Sabah otlarımı içmeyi planlarken emrenin annesi bana yazın toplayıp kuruttuğu bitki çayı karışımını tavsiye etti.İçinde o yayla çevresinde yetişen 60 dan fazla bitkinin çiçeği ve kendisi mevcutmuş.İçtikten sonra epeyde faydasını gördüğümü söyleyebilirim.



























O gün iyileşme umuduyla çayımı içip 1 e kadar uyudum.Sonra çadırımın dışındaki seslere uyanınca böyle bir resimle karşı karşıya kaldım.Çöp olarak koyduğum poşetler etrafa saçılmış şekildelerken fütursuzca gözümün içine bakan koca bir inek.





























Palovit evlerinden ve yayla çıkışındaki doğal ahududulardan bir kare.Her ne kadar güzel olsalarda böğürtlen herzaman tercihim.





Haçıvanaktaki bir amcanın verdiği tarife göre palovitten sağa sapacak ,amlekite kadar yoldan devam edip amlekitten sadece 2 kmlik bir keçi yolundan geçtikten sonra orman işletmenin açtığı dağ yolundan rahat rahat palovit şelalesini görüp çamlıhemşin'e ulaşacaktım.Yazıya bu kadar kolay dökülsede pratikte epey zor bir durumdu.Önce herşey çok güzel başladı.Amlekitte yenilen güzel ketelerin ardından gezintilerinden henüz dönen pofuduk kürklerle senli benli olup son olarakta sürünün sert görünümlü bekçisine selam verdikten sonra patikaya ilk adımımı attım.Yolsuzluk biraz zorlasada etrafa hakim olan sık ormanın sağanak yağmur altındaki doygun yeşil rengi hafiften sonbaharın renklerine bürünmüş ara ara baskınlığını arttıran sarı kırmızı tonlarla birlikte yolculuğu eğlenceli hale getirmekten geri kalmıyordu.Koskoca kaçkarları hemen hemen 50  km  yolsuz geçmiş ben 2 km daha sabredebilirim diye düşündüm.































Kırmızı ve sarının en büyüleyici tonlarını görmek için sonbahar başlangıcında kendinizi doğaya atmanız yeterli.






Yola kavuşmanın verdiği sevinci doyasıya yaşamak istesemde yeni açılmış bu yolun gevşek toprağının sağanak altında döndüğü bataklık benzeri yapısıyla, hertarafımı buladığı çamur, buna biraz engel oldu.Ancak bir yerden sonra donunuza kadar ıslanıp yüzünüz gözünüz çamura bulandığında bardağa dolu tarafından bakıp en azından bir yola sahip olduğunuza odaklanmanız sizin için daha iyi olacaktır.






Eminim yağmurlu bir günde gitmemişsinizdir.




Hiç durmak istemesemde bazen yarısına kadar toprağa batan lastiğim buna mecbur bıraktı beni.İyice ıslandıktan sonra artık sık sık kenardan akan şelalelere girip yıkanmaya başladım .



























Ve işte her zorluktan sonra karşınıza en güzel hediyesini çıkaran doğa bir kez daha kendinden bekleneni yerine getirdi.Battığım çamurdan kurtulmaya çalışırken az ilerimde hareketlenen otların hışırtısına odaklandım tüm dikkatimle.Ben bir ayı beklerken karşımda o tüm ürkekliğiyle yolun ortasında durdu .Etrafa hakim olan sessizliği bozmamak için nefes alışverişlerimi bile yavaşlatırken bir taraftanda sakince fotoğraf makinamı ayarlamaya çalışıyordum.Sağanak yağmur altında ormanın yeşiliyle, ıslak koyu kahverengi  toprağının içiçe girdiği bir dünyanın içinde onu bu doğallığında görebilmek için değil 50, yüzlerce km gidebilirdim yolsuz.Maalesef makinamın yetersizliği bana bu anı en gerçekçi haliyle kaydetme imkanı vermedi fakat azda olsa birşeyleri önünüze sunabildiğim için mutluyum.Tabi herşeyden önemlisi her düşündüğümde gözümün önünde canlanan o anı yaşayabildiğim için ...Birkaç kare aldıktan sonra hiç birşey olmamış gibi çıktığı tarafın zıttına dalıverdi bu gizemli orman sakini.




Palovit şelalesini günışığının son hüzmeleriyle görme imkanı buluyorum.Ancak ormandan bir an önce çıkıp bir köye ulaşmalıyım.Çünkü bu yağmurda herşeyim ıslakken üstelik etrafta ayı riski had safhadayken konaklamak biraz saçma olur.Yaklaşık 40-50 km boyunca terkedilmiş bir ormancı çadırı dışında yerleşim yoktu.Çadırda soba ve yiyecek olanakları vardı fakat bir otele ulaşabilme ümidiyle yola devam ettim.Ana yola çıkmadan birkaç km önce muhtemelen yayla olarak kullanılan birkaç ev gözüme çarpsada oturan kimse yoktu.Saat 9 a doğru anayola çıkabildim.Ormanda gördüğüm gizemli hayvanınsa karaca olduğunu öğrendim.





Zilkalenin yanından akşam geçince sabah tekrar görmek üzere esgeçtim.Otel fiyatları çamlıhemşinde biraz pahalı olduğundan biraz daha aşağı taraflara inip değişik tarzı ve fiyat kalite açısından uygunluğuyla naliya oteline giriş yaptım.


Ertesi gün ünlü fırtına deresi üstündeki tarihi osmanlı köprülerinin manzarası eşliğinde Ayder'e doğru çıkmaya başlıyoruz.Ayder adını hernekadar duyursada ben aynı uzungöldeki gibi bir hayalkırıklığıyla döndüm.Her nekadar karşı tarafından dökülen şelalesi ve merkezindeki yemyeşil çayırlığıyla bir cazibesi olsada yinede tam anlamıyla yayla görüntüsünden biraz uzak kaldı ayder benim için.Tesislerin oldukça gelişmiş olduğunu söylemektede yarar var.









Artık devletin bir yapı denetimi getirip böyle yerlerde eski mimarisine uygun yapılara izin vermesinin zamanı geldi.Aksi taktirde yakında bu bölgelerde İstanbul, Bursa gibi görüntü kirliliğine gömülebilir.

Ayderden birkaç kare..

































Otelde su manganası nın ne olduğunu gösteren bir kopyası yapılmış .Akan suyla dolan cep her dolup boşalmada çıngırağı çalarak istenmeyen vahşi hayvanları korkuturmuş.


































Karadeniz'in büyük bir kısmında yetişebilen bir meyve karayemiş.Tadıysa öyle amanallah bir lezzete sahip değil.Köylüler tarafından  daha çok reçel olarak tüketildiği söylenmekte bu meyvenin.



























Oturduğu kayalık ,bulunduğu coğrafya ve mimari özellikleriyle bir kaleden ziyade ortaçağ avrupasında yapılmış bir şatoyu andıran Zilkale ziyaretçilerinin üzerinde hayranlık uyandırabilecek cinsten bir kale.Kenarları demir parmaklıklarla çevrilmiş ince  yolundan ayaklarınızın dibindeki dik uçurumun manzarası eşliğinde kaleyi gezmeye başlıyorsunuz.Dilerseniz bu manzaraya karşı kale içindeki masalardan birine  oturup bir şeyler yudumlayabilir ya da hafif birşeyler atıştırabilirsiniz.Eğer biraz daha yükseklerden etrafı seyretmekten yanaysanız içerdiği tehlikeyi göze alıp üst duvarlara çıkabilir ve kendinizi bu muhteşem tarihi yapının bir muhafızı yerine koyup etrafı kolaçan edebilirsiniz.Kale tarihi tam olarak bilinmesede trabzon imparatorluğuna bağlı kommenoslar tarafından yapıldığı düşünülmekteymiş.Diğerleri harap durumda olsalar da varoş kale,cihar kalesi ve pazar kız kaleleriyle beraber ,bölgeden geçerek  Bayburt'a ulaşan kervan ticareti yolunun güvenliğinde rol oynamış zil kale.Bugünse yapılan restorasyon çalışmalarıyla siz ziyaretçilerine geçmişten gelen birikimlerini aktarmak üzere fırtına vadisine  hakim bir tepede durmakta.







Yaşananlar geride kalmaya mahkumdur.Bazıları  geçen zamanın insandan her şeyi alıp gittiğini söyler durur hep.Bazılarıysa yaptıklarından hiçbir pişmanlık  duymadan, aksine her yaşananın kendilerine birşeyler kattığından bahsederler.Ve hayatın engellerine fazla aldırış etmeden  ellerinden geldiğince yaşayarak ,gayet mutlu olduklarını dile getirirler.İlk sözü geçenler belkide mutlu olmayı haz duymakla karıştıranlardır.Haz mutluluğa ulaşmak için tek başına bir amaç olduğunda sürekli yenilenmesi gerekir.Çünkü dış etkilerden insana bulaşan bir duygudur.Mutluluksa içten gelen ve insanın etrafına yaydığı bir kavramdır.İçten yaşandığında etkisini uzun süre hissettirir.Harekete geçirilmesi  içinse az miktarda haz duyulan bir şeye yönelmek kafidir.Eğer asıl amacınız anlık hazlardan doğan mutluluklar değilse daha küçük ve kolay şeylerle de  mutlu olabilirsiniz.Bu sayede içten yaşadığınız gerçek mutluluklarla uzun süreli birliktelikler de geçirebilirsiniz.


Bittiğinde, hayli üzüldüğünüz bir maceraya tanıklık etmek kadar heyecan verici başka ne olabilirki.O ana kadar üstlendiğiniz tüm sorumlulukları kısa sürelide  olsa bir kenara bırakıp öylece gidilen bir yolculuğa kendinizi tamda kaptırmışken  bitse bile bu yolculuk, yaşanmış bir yığın hikaye sayesinde artık o günlerden kalma derin duygular aydınlatır iç dünyanızın gizemini. Yaşadığınız hayata dair  çizdiğiniz rotalar artık o hikayelere göre şekil alır.Tanıklık ettiğiniz  hikayelerin yüzünüzde bıraktığı tebessüm sayesinde güç bulursunuz bir sonraki adımı atmaya.İşte bu yüzden bitene üzülmek yerine yol boyunca elde edilenleri göz önünde bulundurmak lazım.Her geçen dakikanın ve her yaşanmış hikayenin üzerinden yıllar geçse bile insanı mutlu edebileceğini bilerek…



Gördüğünüz ölçüde genişler ufkunuz siz farkında olmadan.Bazen bulunduğumuz yerden ötesi yokmuş gibi görünür  hayat.Buraya kadarmış diye iç geçiririz istemedende olsa.Öyleyse bundan sonrasına devam etmek için yola çıkıp biraz macerayla haşır neşir olmak en mantıklı olanı.Yola çıkarken geride bıraktığınız sizden bambaşka bir sizle dönmeniz dileğiyle.EN BÜYÜK KEŞFİNİZE ulaşabilmeniz dileğiyle …
...



















































































































































































































<

<

<