HİKAYELER

HİKAYE 1
YER:.. KÖYÜ


Akşamda yaklaşmaya başladığından çadırımı BİT tepesine kurmaya karar verdim.Ana yoldan saptıktan sonra kime sorsam karşılaştığım soru''ne işin var orda''oldu.Kimse bi anlam veremiyor yaptığınız şeye.Neyse sora sora patika boyu giderken önümde bi tahta çit belirdi.Hemen yanında bi ev görünce kapısını çalıp durumu izah etmeye başladım.Adam hayvanları geçmesin diye kapatmış yolu .Devlet arazisi olsada zifiri karanlıkta birini oraya gitmek isterken gören amcam biraz korkuyla yaklaştı bana.Birkaç sorgu sualden sonra kapıyı açtı ama asıl sürprizini sabaha saklamış.Neyse sağ salim tepeye vardım.Gerzenin işıkları ortama renk katarken bende çadırımı kurup karnımı doyurmakla meşguldüm..Yolda o kadar kişiye tepeye gideceğimi söyledimki akşam kesin jandarma gelir diye biraz geç saatleri bekledim sonra uykunuzdan uyandırılmaktansa eğer ihtimal varsa biraz geç yatmak en mantıklısı.Tabi ne kadar önlem alsanızda sizi uykudan uyandırmaya gerçekten meraklı jandarma güçleri sabah sürprizi yaparak bir kez daha hakettiği övgüyü alabiliyor.Sabah hafif güneşin altında iyice mayışmış bi şekilde mışıl mışıl uykumun en tatlı yerinde bi sesle irkildim ''çadırdaki çık dışarı''.Anladım ki yine onlar direkt kimliğimi alıp çıktım.Adam gbt alırken yere çöküp bir taraftanda sorulan sorulara cevaplar verirken yavaş yavaş uyku sersemliğinden kurtulmaya başlayınca şöyle bir etrafımdakileri süzmeye başladım.Sonra astsubayın yanndaki amcanın akşamki kapıyı açan amca olduğunu gördüm.Ama bi sorun daha vardıki yanımda bir astsubay bi tane er bide amca vardı..Şöyle bi düşündüm ki bu güne kadar en az 6-7 kişi gelen  bu jandarma ne olmuştuda bu kadar az kişiyle intikal etmişti olay yerine..Birden 50 metre ötemizde ağaçların arasına pusmuş iki ere gözüm takıldı,arkama baktığımda tepeye hakim biyere konuşlandırılmış 2 jandarma eri daha ,sağ tarafada 50 mtye yerleştirilmiş bi er.İçimi bir korku kapladı anlatamam.Adamlar direkt savaş düzeninde gelmişler.olurha yanlış bi hareket yapsanız direkt akşam haberlerinde olmanız işten bile değil. Daha önceki turlarda hiç böyle olmazdı mahalle maçına gider gibi baskın yapardı sevgili jandarma abiler..Sonrasındaysa astsubay olaya açıklık getirdi:

-Yahu kaç yıldır bu bölgede çalışıyorum şuraya bi kere gelmişliğim yok,geçtiğin yola bakıyorum gecenin bi saati bu kadar yükle nasıl geçtin ,biz böyle öldük bittik.

Tabi klasik cevap

-Macera ,zevk

-Yaa bak buralar tehlikeli son iki yılda terör olayları bayağı arttı kalma burda

-İyide napıyım gece çadır kurmam lazım en uygun yer burası, hem buralarda da çok olmuyo terör olayı.Televizyonlarda duyuyoruz trabzon taraflarında veya dağlık kesimlerde oluyor bişeyler de, burası denize sıfır bi tepe, terörist uğramaz herhalde buralara.

Deyince adam şöyle bir yüzüme baktı ve:

-Şu karşıdaki tepeyi görüyormusun

-Evet

-İşte orda geçen sene bizim aracı taradılar

-Hadi yaa duymadık biz televizyonlardan

-Her şey televizyona yansımaz :D

deyip çadırımı toplayıp yola koyulmamı söyledi.Aslında gitmek istemeseydim 1 gece daha kalırdım fakat benimde canım yol almak istedi fazlada ısrar etmedim.Adamlar gider diye düşünürken manzarayı görmek için epey etrafta dolaştılar sayemde oralarıda görmüş oldular .Gitmeden önce son sorusuysa çadırımın içine bakıp definecimisin sen diye sormasıydı. ''Ne alaka'' dedim.Cevap vermedi .Sonradan etrafı kapsamlı bir şekilde gezdiğimde sorunun nedenini anladım.tepenin ucunda höyükvari biyer vardı ve defineciler tarafından delik deşik edilmişti.





HİKAYE 2


YER:KOLAY BARAJI/BAFRA  

Bastıran yağmura karşı çöp poşeti almak için bir bakkala girdim.Bakkal sahibi de meraklıymış böyle aktivitelere ,keşke bende yapabilsem deyip dert yandı.Yap arada deyince ''olmazki dükkan var ailem var'' gibi sıradan lafları sıralamaya başladı.Tamam belki 15 gün, 1 ay çıkamazsın ama en azından eğer gerçekten istersen bir ,iki gün kendine ayırabilirsin diye içimden geçirip yine bir şey söyleyemedim yüzüne karşı .Son olarakta Bafra'da gezilip görülmeye değer yerler var mı deyince Altınkaya Barajını mutlaka gör dedi. 45 km olduğunu öğrenince bi girer ,bakar çıkarım diye düşündüm. Yeterli yiyeceğimde en fazla 1 gün süreceğini tahmin ettiğim yolculuğa yeter gibi gözükünce bafradan para çekmeden yollara düştüm.Sağanak altında hertarafımda hışır hışır poşetlerlen ilerlemeye başladım.20.km civarında adının sonradan Cevat olduğunu öğrendiğim bi abimiz bahçesinden topladığı mısırları satıyordu.Cebimdeki son 2.5 tl ile bi kaç mısır ve birazda domates aldım.Cevat abi biraz sohbetten sonra evine yemeğe davet edince''yarın dönüşte uğrarım diye söz verip'' devam ettim.

Akşama doğru yağmur şiddetini iyice arttırınca kolay barajının kıyısında bir yerde çadır kurmaya karar verdim.Ramazan dolayısıyla pek yoldan geçende yoktu, derken bir motorsikletli çıkageldi.El atıp yol sorduktan sonra yolu tarif etti. Tam teşekkür edip ayrılmaya yelteniyordum ki ''hayrola napıcaksın orda ''diye bi soru sordu.


-Hiç akşam oluyo çadır kuracak bir yer arıyorum.


-Mesleğin ne senin,kaç yaşındasın,nerden geliyosun ????


Sorular ,sorular, sorular hepsine cevap verdikten sonra







-Şimdi bende senle gelir yardımcı olurdum ama ben istihbarat polisiyim göreve gidiyorum acele yetişmem lazım...


Deyince şöyle bi adamı baştan aşağı süzdüm.Dökülmüş saçları,hemen hemen 1.60 boyu,altın sarısı çürük dişleri,tamda iftar saatinin yaklaştığı o saatlerde tarlasından oruç açmaya evine giden birinin havası hakimdi adama.Belinden düştü düşecek kumaş pantolonuyla onu her an yolda bırakıcakmış gibi görünen 90 model mz motoru üstünde sözüm ona göreve giden bu abimiz eğer söylediklerinde haklıysa milli istihbaratımız epey zor durumda diye düşünmekten kendimi alamadım..Veya belki de sırf kolay gizlensin diye böyle bir olaya girmişlerdir.Düşünsenize James bond gibi gözlük takmış son model bmw motoruyla buralarda gezinse deşifre olmaması için hiç bir sebep yok.Bu kadar iç değerlendirme yaptıktan sonra son defa bir sıfata baktım bir de söylediklerine ve karar verdim:Bir b.k olmaz bu adamdan...


Kolay barajı güvenliğine yol sormaya gittiğimde polis abimizden biraz bahsettim aldığım cevapsa ''ya delidir ya da korkutmak istemiştir seni '' oldu.E bende öyle düşünmüştüm.
Karanlıkta ,sağanak yağmur altında Çadır kuracak yeri bulmak epey zor oldu.Baraj gölünün kenarında hiç kıyı yok ve heryer kayalıktı.Olan bir kaç kıyıda köylüler tarafından çevrilmişti.Her kapıyı çalışımda şüpheyle yaklaşmalar,her defasında biraz daha ileriyi tarif etmeler karadeniz halkının terörle nasıl korkutulduğunu daha iyi anlattı bana.neyseki biraz ısrardan sonra kapısını çaldığım bi amca kıyı şeridindeki bahçesinde yer gösterdi.çamur içinde olsamda çadır kurmanın verdiği sevinç gayet güzeldi.Çadırım yağmur geçirmez diye düşünüyodum ama bir iki yerden iğne ucu kadar delinmiş olması beni su içinde bıraktı.Gece yağmur dindiğinde uykuya dalarım diye düşünürken bu seferde 7-8 metre ötemdeki bağlı atın bozuk bağırsakları işe limon sıktı.Hayvancağız onca saat yağmur altında durduğundan üşütmüş.Önceden kişnediğini düşündüğüm zavallı gümbür gümbür gaz çıkartma olayını yaşıyodu.Bu şartlar altında uykuya dalmam 2 yi buldu.Sabahındaysa heryanım çamur içindeyken yapılacak en iyi şeyi yaptım.Eğer bisiklet turundayken temizlenme ihtiyacınız varsa cami abdesthanelerine uğramanızı şiddetle tavsiye ederim.Artık temizlenme faslınıda bitirdikten sonra yola çıkabiliriz.(HİKAYE SONU)



Üzüm aldığım şöför  teröristlerin altınkaya barajından geçebilecekleri ihbarını alan jandarmanın, dikkat çekersem kontrole gelebileceğini tembihledi.Bende ''yok buraya çıkmaya üşenirler,kolay kolay uğramazlar'' demiştim.Yinede içimde bir ümit vardı gelip bi rahatsız ederler diye.Rahatsız etme konusunda yanılmamıştım fakat bu seferki oyuncular başkaydı.Gece uyurken,aramızda tepecik bulunan 50-60 mt mesafedeki yolda 2-3 kişinin birbirine bağırarak birşeyler söylediğini duydum.Hafiften kulak kabartıp anlamaya çalışsamda çok boğuk sesler olduğundan bunu başaramadım.İçimden herhalde köylüler araba arızası veya başka bir sebepten durdu diye düşünürken birden bulunduğum buğday tarlasında patır patır 3-5 kişi çadırıma doğru koşturarak gelmeye başladı.Anladım ki handarma ihbar aldı baskın yapıyor.Terörde hafif kol gezdiğinden etrafımı sararak işe başlamayı uygun gördüler diye düşündüm.Tam kalkıp kimliğimle dışarı çıkacaktım ki çadırımın hemen dibinde başucumdan ,anlatması hayli güç ama,sırayla 3 tane manyetik  alana sahip varlık geçti.Herbiri geçtiğinde beynimin bozuk radyo yayınıvari bir sesle pelte gibi sallandığını hissettim. Derhal irkildim çıkıp bakmam lazım diye düşünüp, okuyup üfleyip çıkardım kafamı çadırdan.O kadar gürültüye,koşuşturmacaya,çadırımın yanından geçen 3 tane varlığa rağmen etrafta in cin top oynuyo demiycem az önce oyunlarını bitirmiş olmalıydılar.Saate baktığımda gecenin üçüydü.Normalde evinizde böyle birşey olsa o gece uyuyamazsınız fakat o kadar yorgunlukla bunun bile korkusu 10 dk sürüyor.Sabahsa herşey normalleşti benim için.






HİKAYE 4

YER:APARO MH
Mahallede bi evi taşıyorlardı.Selam verip durumumu anlattıktan sonra varsa biraz ekmek istedim.Adam karısına seslenip yiyecek birşeyler hazırlamasını söyledi.Ben alıcağım yiyeceğin sevinciyle :D adamla sohbet ederken konuşmaya birşey kalmadı ama hala içeriden ses seda çıkmıyo.Baktım olmayacak gibi, adama eğer sizdede azsa sorun değil gibi laflar etmeye başlayınca adam hiddetle ''kadıınn nerde azık ''diye bağırdı.Karısının cevabıysa boynumu bükücek cinstendi.
-ne azığı ramazan ramazan yemekmi olurmuş.
Tüm dünyam başıma yıkıldı,kelimeler boğazıma düğümlenmeye tamm başlıyorduki adam içimi ferahlatan o cümleyi kurdu:
-Ne ramazanı yaa o seferi, oruç mu tutucak bide koy getir ne varsa ,diye yüreğime su serpti.

Ramazan da tura çıktığımdan zaten babaannemin laneti beni hastalıktan hastalığa sürüklerken bide halktan böyle tepkiler görmek insanın moralini bozuyo ,mutlu edense ödülü elinize aldığınızdaki görüntüden başka hiç birşey değil:D




























HİKAYE 5
YER:ELALAN KÖYÜ/BAFRA

Köy muhtarının kardeşinden kopardığım izinle eski köy okulunun bahçesinde çadır kurmak için hazırlık yaparken az ileride traktörüne saman yüklemekle meşgul 2 köylü gece koyun sürülerinin ve köpeklerin gürültüsünden burada uyumanın mümkün olmayacağını dile getirip uyarıda bulunmak istediler.Hayvanlardan çekincemin olmadığını bu yorgunlukla rahatsız olmayacağımı söyleyip işime devam ettim.Zaten 3 gündür ara ara canımı burnumdan getiren hastalık o gün öylesine ağırlaşmıştı ki çadırımı kurup bir an önce uyumak tek temennimdi.Rutin işleri hallettikten sonra uykuya tam dalmışken  saat 10 civarları bir gürültü bir gürültü.Uyumak zaten mümkün değilde bari dışarı çağırmasalardı da soğuk yemesem diye düşündüm bu hasta halimle.Köyün korucusu ve arkadaşları kimlik sormaya gelmişler.Hemen jandarma arandı, kimlik bilgileri aktarıldı, artık isyan etmemek elde değil.Tabi adam açıklık getirdi tüm karadenizlilerin niye bu kadar sorgulayıcı olduğuna ''jandarma sürekli bize kim olursa olsun yabancı geldiğinde merkeze intikal ettirin diye baskı yapıyo bunu yapmak zorundayız ''.Neyse herşey olup bittikten sonra yemek,yatak teklifleri gelsede çadırı tercih edip uyumak üzere uzandım ama asıl olay ondan sonra başlayacaktı.Eski okul tahıl deposu olarak kullanılıyormuş ve o gece kamyona buğday çekme işi varmış.Eğer çadırda kaldıysanız dışarıda olan seslerin sanki kulağınızın dibindeymiş gibi yankılandığını biliyorsunuzdur.İşte o yankılanmalar saat 12 ye kadar bitmek bilmedi.Gece 1 civarlarındaysa bu sefer uykumu bozan çadırımın dibinde yiyecek için toprağı eşeleyen domuz oldu merak etsemde o halsizlikle çadırdan kafamı bile çıkartmayı düşünmedim tabi.Gece artan ateşimin ardından kusmak için kendimi dışarıya zor attığım dakikaların ardındansa artık lanetin en diplerinde gezindiğime kanaat getirdim.Teşekkürler babanne.


HİKAYE 6
YER:VEZİRKÖPRÜ



Alışılageldik bir saç traşı için, sıradan esnaf  dükkanı görünümündeki  seyit beyin  berber dükkanına ilk adımımı attığımda, şehrin yabancısı  olduğumun anlaşılmasıyla tanışma amaçlı kesilen koyu esnaf sohbeti, benimde katılımımla yeniden eski hızıyla kaldığı yerden devam etmeye başladı.Sohbetin ana konuşmacısı rolünü ,akşamın yorgunluğunu berber koltuğunun verdiği gevşeklikle atmaya çalışan, emekli avukat olduğunu sonradan öğrendiğim biri üstlenirken , ara ara gelen komşu esnafların lafa girmesiyle birlikte bu küçük berber dükkanında renkli bir ortam oluştu.Laf lafı açarken konu ilçenin tarihine gelince cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan sıkıntılardan bahsetmeye başladı avukat bey...
-E tabi bir yerde de cumhuriyet burdaki ağaların işini bozdu.Düşün sen koskoca ağasın.Ailenin şanı belkide yüzyıllar öncesinden geliyor.Şehrinde dediğin dedik yaptığın yaptık.Sonra biri çıkıp bundan sonra seçimle gelen adamların  şehrin yönetiminde söz sahibi olduğu, bir sistemden  bahsetmeye başlıyor.E o kadar iktidarın sarsılmış naparsın, kaale almazsın bunu diyenleri.Atatürk'ü de kaale almamışlar vezirköprü'ye ilk geldiğinde.Haber yollamış önden, geliyorum diye.Şehre girmiş ,ilerigelenlerden kimse yok tabi karşılayan.Eee herşeyin bir çözümü var elbet.Emrini vermiş, ilçeye hakim bir tepe var, koydurmuş oraya birkaç tane top.Anında tüm ağalar el pençe divan önüne dizilmişler.

Gülüşmelerden sonra,içeri giren yaşlı bir esnaf konuyu bambaşka bir yere çekince anlatılmaya değer ilginç bir tespite daha şahit oldum.

Geçen bizim genç Mehmetle oturuyorum.Dükkanın önünden alımlı bi kadın geçiyor.Çocuk hayran hayran bakmaktan düştü düşecek, o halde döndü bana ''Hüseyin abi buda os.ryomudur be '' diye bir soru sordu. Yahu söylenecek söz bırakmadı valla.

Tabi avukat mehmet hemen söze daldı;
-Aşk nedir be hüseyin sen bi onu söyle bana.Aşk budur işte ,evlenmeden önce hep güzel yanını görürsün ,gözünde büyütürsünde büyütürsün.Hele bide ayrı düştüysen artık melek yaparsın karşındakini.Gün gelip evlendiğindeyse bi bakarsınki oda o.s.ruyo,oda s.çyo .Derken  kendi kendine söylenirsin ulan ''buda benim gibi insan işte'' diye.Tüm büyüsü kaçar o yücelttiğin insanın.En sonundaysa ne aşk kalır ne bişey ama geçmiş olsun çoktan evlenip çoluğa çocuğa karışmışsındır.:D.

Evet ,aşkın farklı bir yorumunu biraz belden aşağı olarak öğrenmiş oldunuz.Katılıp katılmamak elbette size kalmış birşey.

HİKAYE 7
YER:İMMİALLAH KÖYÜ



Güzel bir baraj gezisinden geriye kalan mutlulukla immiallah köyüne doğru yoluma devam ederken 3 velet acıklı bir ses tonuyla ''abii para versene''diye arkamdan bağırdı.Önce bi devam etmeyi düşündüm, sonra çocukluğum gözümün önüne geldi.O hiç hesapta yokken anneden,babadan yada bi abiden koparılan bir gofret parasının ne büyük bir sevinç kaynağı olduğunu hatırlayınca, durduktan sonra arkamı dönüp ''napıcaksınız lan parayı ''diye bi soru sordum.Çocuk tüm samimiyetiyle ''gofret alırız abi diye'' umutsuz bir şekilde  karşılık verdi soruma.Hepsine cebimdeki bozukluklardan 1 er lira verdiğimde çocukluğun getirdiği duygularla havalara uçarak hepsi birden teşekkür etti.Bende yola koyuldum fakat daha 20 mt gitmeden lastiğimin patladığını farkettim.O an bu sırlar dünyasıvari programlardaki kurgular aklıma gelirken acaba o parayı vermeseydim lastiğim patlamayıp tehlikeli bir kazamı geçirecektim gibi senayoları geçirdim aklımdan ister istemez.Yapacak  tek şey tüm yüklerini boşalttıktan sonra bisikletimin lastiğini tamire girişmek oldu.Tabi az önceki çocuklarda başıma üşüştüler bu arada.Az bir zaman sonra karşıdan 3 çocuk daha nefes nefese yanımıza ulaştılar.Para verdiklerim bunlara ellerindekileri gösterince doğal olarak diğerleride aynı taleplerde bulunduğundan onlarında ellerine cebimdeki son bir tl leri tutuşturdum.Artık son işlemleri hallederken bir baktım karşı taraftan koştura koştura 5 çocuk daha geliyor.Yanımıza ulaştıklarında olacakları tahmin etmişsinizdir.Çıkarıpta kağıt para vermemin mümkün olmayacağına kanaat getirince bu önceden para alanlara dönüp ''bakın çocuklar ne ben size para verdim nede siz benden para aldınız ağzınızı sıkı tutun''diye tembihlemle birlikte hepsi bir anda suspus oluverdi.Diğer çocuklar olay yerine ulaşıp''noldu ,nevar,napıyorsunuz? gibi sorular sorarken bizimkiler olağanüstü bir soğukkanlılıkla ''hiiç ,öyle işte ,yok bişey'' gibi laflarla gayet güzel bir şekilde rollerini oynadılar.:)Bende bir an önce tamirimi bitirip daha fazla çocuk gelmeden köyü terkettim.



HİKAYE 8
YER:BENGÜ KÖYÜ/ALTINKAYA BARAJI



Yaklaşık 6-7 kmlik bir dağ inişinden  sonra birkaç ev görünce etkisini iyiden iyiye hissettiren karanlıkta daha fazla yol almamak için çadır kurmaya karar verdim.Etrafımda görünen 2 evden yakın olanına doğru çadır kuracağımı haber vermek üzere yürümeye başladım.Yaklaşık 30-35 yaşlarında köylü bir kadın çıkınca ''eşiniz yok mu?'' gibi bir soru yönelttim.Kadın önce bir boş bulunmayla ''yok kasabada''  diye ağzından kaçırsada, ardından verdiği cevaptan pişmanlık duymuş olmalıki ''yok ama birazdan gelecek''lafını ekleyip açık açık söylemesede beni güvenilmez,tehlikeli hatta ve hatta tecavüzcü birine benzettiğini hissetmemi sağladı.Neyse bozuntuya vermeden çadır kuracağımı (ki çadır kuracağım yer evden en az 100 mt ileride) ,haberleri olsun diye geldiğimi söyleyince, gitmemi ve yanıma birini göndereceğini söyledi.Bunun üstüne çadır kuracağım yere gidip beklemeye başladım.15 dkyı geçince çadırı kurmaya tam başlarken diğer evin olduğu taraftan biri bana doğru gelmeye başladı.Tipik ''kimsin,necisin,ne işin var burda'' gibi soruları yöneltmeye başlayınca bende bir taraftan kimliklerimi gösterirken bir taraftanda anlatmaya koyuldum.İşte ''ben kayseride öğrenciyim bu öğrenci kimliğim.Bursa'da yaşıyorum ama ankara doğumluyum(bu açıklamayı yapıyorum çünkü bir keresinde bursalıyım dediğimde adam kimliğimi kontrol edip doğum yerini ankara görünce iki saat şüpheli gözlerle süzmüştü beni),bu benim kimlik kartım,buda bursa otobüs kartı gibi söylediklerimi doğrulayabilecek cüzdanımda ne kadar kimlik kartı varsa çıkarıp gösterdim.Adamsa her uzattığım kartı dakikalarca incelemekle meşguldü.Yaklaşık bi 10 dk ifade verir gibi anlattıktan sonra adam  geldiği eve doğru sinirli bir sesle ''lannn memeeedd gel lann buraya ha''diye bir çocuğa bağırdı.Önce bir anlam veremedim tabi.Herhalde birşey aldıracak gibi şeyler geçirdim kafamdan.Çocuk yanımıza geldiğindeyse elindeki kartların tümünü sümüklü memedimizin eline tutuşturup ''oku bakıyım ne yazıyor burda''diyerek 10 dk boyunca nefesimi boş yere tükettiğimi anlamamı sağladı.Gülermisin ağlarmısın bilmem artık.

Okuması yazması olmayan bu abimiz,  küçük memedin onayıyla kalmama müsade edince (sanki onun yeriymiş gibi) bende çadırımı kurup,karnımı doyurmak üzere yemek pişirmeye başladım''Jandarma gelir mi diye düşünürken karşıdan sırtında çifteli tüfeği,terörist avına giden biri edasında, pos bıyıklı bi adam çıkageldi.Bilindik soruları oda sorduktan sonra ne işin var burda diye bir soru yöneltti.Civar köylülerden öğrendiğime göre baraj kıyısından giden, orman işletmenin açtığı bir yol olduğunu, ordan bafra tarafına devam etmek istediğimi söyleyince anlam veremediğim bir tavırla ''yok öyle bir yol geçen orman işletmenin aracı geçemedi hep su basmış orayı sen iyisimi topla çadırını dön geri geldiğin yere''diye çıkıştı.Tabi şüpheli tavırlarıyla yalan söylediği azda olsa belliydi.Cevaben tutupta geri dönmeyeceğimi,kaç km yol indiğimi ,en azından yolun kapalı olup olmadığını kendi gözlerimle görmeden vazgeçmeyeceğimi söyledim .Adam biraz bozulsada geri dönüp gitmek zorunda kaldı.Ehh nihayet tatlı bir uykuya dalabilmiştim.Ben tamamen unutmuş olsamda karısının deyimiyle az sonra gelecek olan koca ise sabahı beklemiş ya da ''az sonra'' değilde sabah anca evine gelebilmişti.Uyku sersemi sanki beynimin içinde çalan bir korna sesiyle gözlerimi açtım.Uzun uzun çalan korna sesinin benim için olmadığını düşünüp uyumaya çalışsamda uzun bir süre devam etmesiyle sinirli bir şekilde çadırdan kafamı çıkarmak zorunda kaldım.Önümde eski model leyland kamyonetinden başını çıkarmış bi adam başladı konuşmaya

-Hemşerünn kimsin sen?
-Asıl sen kimsin be kardeşim ,sabahın bu saatinde bas bas kornaya basıyorsun.?
-Ben bu köyde vatandaşun.
-ee bende turistim geziyorum ne var?
-napıyorsun burda ?
-Yaa yola çıkıcam dinlenmeye çalışıyorum allah allah yaa.
-Hemşerün o zaman sen çık yola şimdi ,sabah oldu artık
-yaa bigit kardeşim yaa
deyip bi saate baktım, saat daha sabahın 5 i.''Kardeşim busaate yolamı çıkılır dinlenicem hayret bir şey yaa ''diye sinirli bir şekilde çadırıma girecekken karşıdan okuma yazma bilmeyen amcamız çıkıverdi bi anda.Onu gösterip ''o biliyo herşeyi anlatsın sana rahat bırakta bi uyuyalım''diye sinirli bir şekilde çadırıma girdim.Sonradan olanı biteni düşündüğümde sanırım adam sabaha karşı evine geldi ve o sırada tekrar işe ya da tarlaya giderken karısını benle bırakıp gözünün arkada kalmasını istemedi diye düşündüm.Bu ve benzeri  olaylarla birlikte kendinizi yer yer potansiyel tecavüzcü yeryerse azılı bir terörist gibi hissetmeye başlamak, kulağa komik gelsede biryerden sonra  kendinizden şüphe duymanıza yol açabiliyor.Tatlı bir uykudan sonra nihayet tükefli adamın su bastı dediği yolda en ufak bir engelle karşılaşmadan mükemmel hikayeler ve manzaralar eşliğinde yoluma devam edebildim.

HİKAYE 9
YER:ALTINKAYA BARAJI ORMAN İŞLETME YOLU



Hemen hemen 20 km olmuştu bengü köyünden çıkalı.Hiç bilmediğim,ıssız bir yolda gitmeme rağmen yolun beni nereye çıkaracağını  düşünmeye fırsatım olmadı.Etrafa hakim olan benzersiz güzellikteki manzaraya tamamen kendinizi kaptırmışken zaten düşündüğünüz  şeylerin arasında bu gibi sorulara yer kalmasının mümkünatı yok.Eğer yeterli erzağınızda varsa yapmanız gereken tekşey, acele etmeden geniş zamanın getirdiği gevşeklikle, gittiğiniz yolun keyfini çıkarmaktır.Durup, dinlenmek için geçirdiğiniz anlardaysa az önce vargücüyle çalışan vücudunuz dinlenmeye çekilirken yerini bıraktığı düşünceler size kendinize ya da evrene dair birkaç kelime daha fısıldar.Ve kendinizi biraz daha tanımanın keyfine vardığınız anlardır bu dakikalar.İşte böyle anlardan birinde arkamdan gelen çıtırtılarla kendime gelmem bir oldu.20 kmdir hiç bir yerleşimin olmadığı gerçeğinin yanına sıkı orman ve bitki örtüsüde dikkate alınırsa tüm dikkatimle baktığım yerden az sonra çıkmasını beklediğim şey büyük olasılıkla koca bir ayıydı.Merak ve korkuyla geçen kısa bir bekleyişten sonra tüm heyecanıyla üstüme doğru koşan bir köpekle karşılaştım.Böyle ıssız bir yerde, bir köpeğe rastgelmenin verdiği şaşkınlıktan kurtulmak için  hayvanın yalvarır gibi bir sesle ayaklarıma kapanıp ,çaresizce bakan gözleriyle birşeyler anlatmaya çalışması kafiydi.Belliki yolunu kaybetmiş ve çaresizce sıkı ormanın içinde aç karnını doyurmak için birşeyler bulmaya çalışırken sesimi duyup sevinçle yanıma koşmuştu.Vücudunun heryerinde göze çarpan tüylerine yapışmış dikenler ve açlıkla iyiden iyiye incelmiş karın boşluğuyla muhtemelen günlerdir ormanda olduğu izlenimi veren bu köpeğin yalvarır gibi çıkardığı viyiklemelerine daha fazla dayanamayıp çantamdaki yufka ve böreklerin bir kısmını önüne koydum.Hepsini koymak isterdim fakat önümde daha nekadar süreceğini bilmediğim ıssız bir yol vardı ve erzağımın miktarı çokta parlak değildi.Ardından suluğumdan avucuma döktüğüm suyuda içmesini sağlayınca az önceki  halsiz köpek gitmiş yerine capcanlı bir arkadaş gelmişti.Sevinçten bir sağa bir sola zıplayan,ikide bir bacaklarıma sürtünen bu arkadaşı eğer gelirse peşime takıp bir yerleşim yerine kadar götürmeye karar verdim.Çünkü orada bırakırsam büyük ihtimalle açlıktan ölecekti.Adını , beni bulduğu yerin ıssızlığına istinaden ''ISSIZ''koymaya karar verdim.Endişelerim yersizmiş zira yol almaya başladığımda peşimden gelirmi diye düşündüğüm Issız,   önümde koştururken bana kılavuzluk eden bir rehber edasında eşlik ediyordu.Taaki yorulana kadar tabi.Her birkaç km de bir durup kendine gelsin diye, birkaç yufka verdikten sonra suluğumdan o pütürlü dilini avucuma  süre süre su içmesine izin veriyordum.Yer yer suyun   yakınından geçen yoldan göle inip suluğumu doldururken, oda keyfince yüzerek serinlemeye çalışıyordu.Bu şekilde yaklaşık bir 15 km gittikten sonra önümüze 4 tane herbiri birbirinden güzel başıboş atlar çıkıverdi.Atlar ıssızla  her durduğumuzda dönüp bize bakarken ,hareket etmeye başlayınca onlarda önümüzde yol alıyordu.Gel zaman git zaman, derken  atlar koşturmaktan yorulmuş olmalılarki göle inen bir yol bulup bizden uzaklaştılar.Arkamda köpeğim, önümde atlar vahşi doğanın derinliklerinde koştururken, altımda ki  hernekadar bisiklette olsa, iyiden iyiye alıştığım kovboy rolünüde bu sayede bir kenara bırakmış oldum.Atların yokluğunda yeniden dikkatimi çeken manzaraya ıssızla beraber kendimizi bırakıp yol almaya devam ettik.Eğer turun son gününde olsaydık Issızı kesinlikle atar otobüse evime götürürdüm.Fakat önümde daha yüzlerce km yol olduğu gerçeği onu peşime takarsam olası herhangibir kazaya neden olabileceğinden ilk yerleşim biriminde ıssızı bırakmaya kararlıydım.Yolda her fırsatta ''bak Issız seni götürmek isterdim fakat bu mümkün olmadığından ilk yerleşim biriminde peşimi bırakıcaksın''diye ciddi ciddi sürekli onunla konuşmaya başladım.Tabi hiç anlayışlı bir davranış gösterebileceğini beklemediğimden muhtemelen taşla sopayla kendimden uzaklaştırırım diye düşündüm .Beni şaşkınlığa sürükleyense ilk yerleşimin evlerinin göründüğü an ıssızın peşimi bırakmasıydı.Sanki okadar lafı bir insana söylemiştim.Gidişine epey üzüldüğümü söyleyebilirim ama bana en az 40km arkadaşlık yaptığı içinde gayet mutluydum.İlk yerleşimi gördükten sonra ilk yapmam gerekense yol boyunca Issız'ın neredeyse tamamını mideye indirdiği yiyeceğimin bitmesinden  dolayı, bir bakkal bulup birşeyler almaktı.


HİKAYE 10  
YER:BAFRA KOLAY BARAJI MEVKİİ



6 gün önce yemek davetini kibarca geri çevirip yarın gelirim derken hiç bilmiyordum yarın için çok başka yerlerde olacağımı.Değil yarın tam altı gün sonra ulaştım cevat abinin yanına.Tüm içtenliğiyle sergisini toparlayıp evine doğru götürmeye başladı beni.Ne kadar ısrar etsede rahatsızlık vermemek için bahçeye çadırımı kurarken eşide yemek hazırlama telaşındaydı.Kaç gündür hasret kaldığım sulu yemeklere duyduğum özlem,  eşinin yaptığı lezetli yemekler sayesinde  sona erdi.Yemekten sonra hayatımda içtiğim en güzel aromaya sahip çayın eşliğinde tatlı bir sohbete daldık Cevat abiyle.Kendiside çiftçi olunca doğal olarak tarımdaki sorunlara geldi konu.Yolda hep gördüğüm kuruması için iplere dizilmiş otların tütün olduğunu öğrendim.Eskiden herkesin ektiğini,iyide getirisi olduğunu fakat bugün artan mazot ve ilaç fiyatları yüzünden ekimin azaldığını  aktardı.En önemli darbeyide sonyıllarda kooperatifleşmeye getirilen  yasaklardan almışlar.Tüccarların keyfi fiyatlandırma yaparak yok pahasına ürünü alıp misli fiyatlarla satışlar yaptığını ,kooperatife sahip olamayan çiftçininde bu fiyatlara mecbur talim ettiğini anlattı..Çoğu sorunun diğer mahsüllerdede devam ettiğindende  yakındı.Devlet  neyapıp edip bu soruna bir çözüm bulmalı yoksa ilerleyen yıllarda kente göç, önü alınmaz bir hal alabilir.




       
HİKAYE 11
YER:SAMSUN  TABELASI




Genelde tabelalarda kendi kendimi çekip yoluma devam ederken yanımdan geçen bir amcaya rast gelince fotoğrafı ona çektirmek gibi bir hataya düştüm.Amcaya güzel güzel, durması gereken yeri, nasıl çekeceğini kısacası basit bir fotoğraf için gereken tüm bilgileri etraflıca anlattım.Tabelayla amcanın arasındaki 30 mtreyi hızlıca aşıp amcaya doğru dönüp poz verdim bekliyorum bekliyorum amca çekmiyo.Sonra yanına çağırınca gitmek zorunda kaldım .Bunun düğmesi neresiydi diye bir soru.Neyse acemiliğine verip tekrardan pozu ayarlayıp eline verdim ve  hızlı bir şekilde tabelanın yanına geçtim.Amcaya doğru döndüğümdeyse  makinayı  çoktan indirmiş yanına çağırıyordu beni.Yanına gittiğimde çektim dedi ne ara amca deyip bakınca sırt profilimin güzel bir fotosuyla karşılaştım.Amca dedim ‘’bak ben gidicem oraya bi poz vericem öyle çekeceksin’’ deyip makinayı tabelaya ayarlayıp tekrardan poz verdim elim havada 20 sn boyunca öylece bekledim yine bir sorun vardı.Tekrar amcanın yanına gittim ve hayrola amca dediğimde amca  ekranda gözükmüyorsun dedi.Gülünç olansa beni ekranda bulmak için makinayı oynatmak yerine kafayı sağa sola yukarı aşağı  götürmesiydi.Amca dedim boşver bak iftar vaktide yaklaşıyo sen git evine eniyisi ben hallederim deyince amca bir gurur yaptı.Yokk ben çekicem bunu geç sen diye yolladı beni tabelanın yanına.Allah korusun vızırvızır trafikte bi fotoğraf uğruna araba altında kalma riski var ama ben yinede sürekli gidip geliyorum.Ve nihayet bu fotoğrafı çekebildi amca.Tebriklerr.



HİKAYE 12
YER:SAMSUN BANDIRMA VAPURU MÜZESİ
       
HİKAYE 12
YER:SAMSUN  TABELASI



Mart 1921 – İnönü Ovası insanın iflahını kesen buz gibi bozkır ayazında Ethem Çavuş un sırtı üşüyor, avuçları ise kızgın mermi kovanlarına çıplak elle dokunduğu için alev alev yanıyordu. Top atışı on sekiz saattir durmaksızın sürüyordu ve bunca süreden sonra elleri neredeyse duyarsızlaşmıştı. Sabit, artmayan, ıstırap verici sayılmayacak basit bir sızlama gibiydi sadece. Oysa her iki avucu da tamamen su toplamış, kabarmıştı. Mart ayazında esen poyraz, İnönü ovasından kalkan tozu düşmana doğru süpürüyor, süvariler düşman hatlarına doğru, poyraz dan da hızlı hücum ediyorlardı. At kişnemeleri, top gümbürtüleri, insan çığlıkları, tüfek sesleri, süngü ve kılıç şakırtıları birbirine karışmış, Ethem Çavuş un yarı sağır kulaklarında değişmez, bitimsiz bir savaş uğultusu haline gelmişti. Her ses o tek sesin minik bir harmoniyi, o polifonik ezginin bir anda ısıtılıp kaybolan notaları gibiydi. Ethem Çavuş, 75 mm’lik topu durmaksızın dolduruyor, her seferinde besmele çekip keşif kolunda bildirilen menzillere kıyamet yağdırıyordu. Artık otomatik hale gelmiş hareketlerle sandıktan mermi alıyor, topa sürüyor, ateşliyor, boş kovanı çıkarıp ayaklarının dibindeki başka bir sandığa atıyordu. O anda eline bir somun ekmek verseler, onu bile topun mermi yatağına sürebilirdi. Sandıkta kalan sondan üçüncü mermiyi aldığında bir an duraksadı. Merminin üzerine bir çaput sarılıydı. Hareketini yavaşlatan bu saçmalığa söverek çaputu sökerken avucuna kalem büyüklüğünde demir bir çubuk düştü. Çaputun ve çubuğun anlamını çözmeye çalışırken sarı metalden mermi kovanına kazınarak yazılmış yazıya gözü ilişti. Okumaya vakti yoktu. Mermiyi topa sürüp ateşledi. Demir çubuğu cebine, boş kovanı ise bu sefer sandığa değil yere attı. Taarruza ara verdiğinde merakını uyandıran yazıyı okumak istiyordu. Birkaç dakika sonra soğumuş olan kovana kaybolmaması için yerden alıp mintanının yakasından içeri attı. Akşam ezanı vaktinde çarpışma durmuş, mevzileri ileri, düşman hatlarına doğru ilerletme emri gelmişti. Batarya komutanı, Ethem çavuşa istirahat verdi. Yarım saatlik istirahatta erler top arabasını çekerlerken o da yemeğini yiyecek, namazını kılacaktı. İlk iş olarak boş kovanı çıkarıp üzerindeki yazıyı okudu.Kovanın üzerinde “ Karahisarlı Seyfi Çavuş. 4. Alay 2. Tabur 8. Batarya 26 Rebiyülâhır 1339 * İnönü “ Yazıyordu 1. İnönü savaşının en kızgın günlerinden birinde düşürmüş not ve mermiyle gelen demir çubuk, İmalat – ı Harbiye atölyelerinde çalışanların bir mesaj istediğini gösteriyordu. Boşalan kovanlar Ankara da ki atölyelere yollanır, oradan tekrar doldurulup cepheye dönerdi. Üç saat sonra gecenin iyice çökmesiyle savaş tamamen durulmuş, birlikler yeni mevzilerine yerleşmişti Ethem Çavuş, cebindeki demir çubuğu çıkarıp bir köşeye oturdu. Ucu sivriltilmiş çubuk, bakır ustalarının “ kalem “ dedikleri, metal üzerine desen oymaya yarayan keskin bir aletti. Eline yumruk büyüklüğünde bir taş alarak hafif tıklamalarla kendi mesajını kovana kazıdı. “Aksekili Ethem Çavuş 8. Alay 3. Tabur 1. Batarya 20 Recep 1339** İnönü “ Beş gün sonra Ankara Atölyenin bir köşesinde cepheden gelen sandıkları açan kalfa, tezgâhlardan birinde harıl harıl çalışmakta olan ustaya seslendi. Sesinde, eşi doğum yapmış bir adama bebeğini müjdeleyen ebenin heyecanı vardı. “ Kâmil Usta! Müjdemi isterim! Senin yavru cepheden dönmüş!” tüm personel kalfanın ne söylemek istediğini anlamıştı.
Kısa bir süre için işler durdu. Hepi sandıkların olduğu kısma koşturarak kovanın üstündeki yazıyı okumak için toplandılar. Tabiî ki bu şeref Kâmil Ustaya aitti. Yüksek sesle Ethem Çavuşun notunu okudu. Atölyede bir bayram havası esmişti. Tüm çalışanlar Kâmil Ustayı yeni baba olmuş biriymiş gibi kutluyor hayır dualar ediyorlardı. Ustalar, iş tezgâhlarından birinin başında toplandılar. Kâmil usta kovanın ağzını eğilen yerlerini düzeltip özenle kapsülünü yeniledi. İçine barutunu doldurduktan sonra yeni bir çekirdeği kovanın ağzına oturtturdu. Mermi hazır olunca, Ethem Çavuşun kovanın içinde geri yolladığı çelik kalemi yeni bir çaputla merminin üzerine sardı. Kundaklanmış mermiyi şefkatle tutarak yeni doldurulan bir sandığa yatırdı. Çalışanlar hep bir ağızdan “Allah Kavuştursun” deyip işlerinin başına döndüler. Kâmil Usta, halen açık duran sandığa yatırdığı mermiye hüzünle bakıp “Selametle git aslanım. Allah muvaffak etsin. Çok bekletme bizi” dedi.
Kovan, 1. İnönü Savaşı sıralarında üzerindeki ilk notla Kâmil Ustanın eline geçtiğinde bu fikir doğmuştu. Karahisarlı Seyfi Çavuşun başlattığı bu geleneğin süreceğinden emin değildi; ama denemeye değerdi. Nitekim Aksekili Ethem Çavuş umutlarını boşa çıkarmamıştı.Cephede patlayan her merminin kovanı buradaki ustaların elinden geçtiğine göre bir aksilik olmazsa yeniden görüşeceklerdi.Eylül 1922 – Ankara Bir buçuk yıl içinde kovan sekiz kere daha atölye ye uğradı. Üzerindeki mesajların sayısı da sekiz e ulaşmıştı. Mesaj yazanların sekizi de başka alay ve taburlardan farklı kişilerdi. Kovan her keresinde atölyedekilere daha büyük bir coşku yaşatıyor, istiklâl savaşının her zorlu durağından Ankara ya barut, kan ve zafer kokusu taşıyordu.
Türk ordusunun İzmir e girdiği gün Ankara da bayram havası eserken kovan yeniden gelmiş, ama bu sefer tüm atölyeyi yasa boğmuştu. Kovanın içinde, çelik kalemin yanı sıra bir mektup ile bir tane de bakir künye vardı. Kovanın üzerine kazınmış 9. notta; “kara hisarlı Seyfi Çavuş. 4. Alay 2. Tabur 8. Batarya 12 Muharrem 1341***Banaz” yazılıydı. Atölyedekiler mektubu açıp okumaya koyuldular;“Bismillâhirrahmanirrahim.Selam un aleyküm gayret perver ustalar. Allah a şükürler olsun ki mendebur düşman kaçıyor. Muzaffer Türk ordusu beş gündür durup dinlenmeksizin kâfiri kovalıyor. Güzel İzmir e, kalplerimizdeki imanımız kadar yakınız artık. İki gün evvel Banaz daki muharebede bataryamın çavuşlarından Seyfi, kalleş düşmanın kurşunuyla şahadete ermiştir. Cenazesini sıhhiyecilere teslim etmeden önce mintanının içinde bu kovanı buldum. Malumunuzdur ki vefat eden neferin künyesi ailesine yollanır. Lâkin beş gün önce Karahisar ı ele geçirdiğimizde, Seyfi çavuş un ailesinin düşman tarafından katledildiğini öğrendik. Bu kahraman Türk evladı kederini yüreğine gömüp anacığını, babacığını defnedemeden düşmanın peşine düştü. Üç gün sonra kendisi de hakkın rahmetine kavuştu. Kovandaki yazılardan anladığım üzere bu topçu neferlerin bir ailesi de sizler olmuşsunuz. Bu sebeple Seyfi çavuşun künyesini sizlere yolluyorum.Başınız sağ olsun. Hayır dualarınızı bizlerden, Fatihalarınızı aziz şehitlerimizden esirgemeyiniz. Hakkın rahmeti üzerinize olsun. Yüzbaşı Muhsin Talat. 4. Alay 2. Tabur 8.Batarya 14 muharrem 1341 Salihli” Mektup bittiğinde tüm personel ağlıyordu. Atölyeye bir ölüm sessizliği çökmüştü. Hiç tanımadıkları halde iki satır yazıyla kardeş oldukları Seyfi çavuşun ardından Fatiha okuyup Amin dediler. Amin, işin bahanesiydi. Ellerini yüzlerine sürüp çevrelerine belli etmeden gözlerini silmekti dertleri. Oysa her biri bir diğerinin de ağladığını biliyordu. Dışarıdan gelen neşe dolu marş sesleri bile kederlerini dağıtamıyordu: İzmir in dağlarında çiçekler açar Altın gümüş orada sırmalar saçar Bozulmuş düşmanlar sel gibi kaçarYaşa Mustafa Kemâl Paşa yaşaAdın yazılacak mücevher taşa.Kamil usta yutkunarak tezgahının başına oturdu. Kovanı yeniledi ama bu sefer, minik iki perçinle Seyfi çavuşun künyesini kovanın dibine çaktı.Yine her zamanki merasimle mermiyi kundaklayıp sandığa yatırdı. Oysa o mermi bir daha düşman mevziilerine gönderilmeyecekti.
Ocak 1923 – Ankara Savaşın bitmesinin ardından Ankara da ki mühimmat depolarında sayım ve temizlik yapılıyordu. Sandıklar tek tek açılıyor mermiler sayılıp tekrar sandıklanıyor, kayda geçirilip daha tertipli bir cephaneliğe gönderiliyordu. Teğmen Hamdi Vasif, Kamil ustanın hazırlayıp kundakladığı mermiyi buldu. Böyle bir anının – belki de yıllarca – sandıkların içinde kalmasına gönlü el vermedi. Ciddi bir suç işliyor olmayı göze alıp mermiyi evine götürdü. Niyeti, ömrünün sonuna kadar mermiyi bir ant olarak saklamaktı. Öyle de oldu; ama mermi birkez daha kullanıldıktan sonra Hamdi Vasif in evinde, camekanlı konsolun içindeki yerini alacaktı. Üstelik teğmen, bir tesadüf eseri merminin hikayesini öğrenecek, bu hikayeyi hatırında yazacaktı. 29 ekim 1923 – Ankara Teğmen Hamdi Vasif Ankara kalesine çıkan dik sokakları koşarak tırmanıyordu. Soğuğa rağmen kan ter içinde kalmıştı. Surlara ulaşınca 75 mm lik toplardan birin yanına koştu. Yarım saat önce 20:30 duyurulmuştu. 101 pare top atışıyla cumhuriyet kutlanıyordu ve Seyfi Çavuş un mermisi bu şöleni kaçırmamalıydı. Yetmiş, belki sekseninci atışta topçuların yanına ulaşabilmişti. Yüzbaşı Muhsin Talat ın yanına giderek sert bir asker selamı verdi. “Hamdi Vasif Edirne! Bir maruzatım var komutanım” yüzbaşı sorar gözlerle genç subaya bakıyordu. “evet teğmenim sizi dinliyorum” Teğmen, üniformasının içinden mermiyi çıkarıp yüzbaşıya uzattı. “yüz birinci pareyi en çok bu mermi hak ediyor komutanım. Müsaadenizle bu şerefi ondan esirgemeyelim.” Yüzbaşı Muhsin Talat gözlerine inanamamıştı. Sevinç gözyaşlarını tutamadı. Hamdi Vasif a defalarca teşekkür ediyor, çevresindeki askerlere mermiyi sokabileceği bir iki alet getirmelerini emrediyordu. O kadar heyecanlanmıştı ki neredeyse aralarındaki rütbe farkına bakmaksızın genç teğmenin ellerini öpecekti. Mermiyi alıp çekirdeğini dikkatlice yerinden çıkardı. Kovanın tepesine bir bez parçası tepip iyice sıkıştırdı. Subay şapkasını çıkarıp sürün üzerine koydu. Mermiyi şapkanın içine yatırdı. Toplar atışlara devam ediyordu. 82,83,…97,98,99… On dakika kadar sonra, atışları sayan çavuş “yüzüncüyü attık komutanım” deyince Muhsin Talat, kovanı topun ağzına kendi elleriyle sürerek atış emrini verdi. Subayların kılıçlarını çekerek selamladığı o son top sesi Ankara nın her duvarından yankılayıp dört yıllık istiklal savaşının tüm hikâyesini anlatmıştı sanki. Rütbe ve mevkilerine bakmaksızın topun başındaki tüm askerler kucaklaşarak birbirlerini kutladı. Son olarak Yüzbaşı Muhsin Talat ile Teğmen Hamdi Vasif sarıldılar. Kovan ayaklarının dibindeydi. Yüzbaşı eğilip saygıyla kovanı yerden aldı. Avuçlarının yanmasına aldırmadı bile. Hamdi Vasif Yüzbaşının kovanı biliyor olmasına şaşırmıştı. Muhsin Talat, sorar gözlerle kendisine bakan genç subaya ötedeki, üzeri son baharın son kır çiçekleriyle ve iki küçük Türk Bayrağıyla süslenmiş masayı işaret etti. “gelin teğmenim. Bizim çocuklar çay demlemiş. Çay içip sohbet edelim. Size kovanın hikâyesini bildiğim kadarıyla anlatayım ve sizin hikâyenizi dinleyeyim.” Dört gün sonra kovan, Millet Bahçesinde bir masanın üzerindeydi ve çevresinde 3 adam oturmuş sohbet ediyorlardı. Yüzbaşı Muhsin Talat, teğmen Hamdi Vasif ve Kamil Usta. O gün aralarında bir karar aldılar. Kovanı her yıl cumhuriyet bayramında değiş tokuş etmek üzere nöbetleşe saklayacaklardı. Kovanın nihai sahibi, içlerinde en son ölen kişi olacaktı. 1936 yılında Kamil Ustanın ve 1942 yılında Muhsin Talat ın vefat etmesiyle kovan Hamdi Vasif Gazikovan a kaldı. 1934 teki soyadı kanununda bu üç adam da “Gazikovan” Soyadını almışlar, kovanın aracılığıyla isim kardeşi olmuşlardı. Aralarındaki ülkü kardeşliği de zaten yadsınamazdı. “kovan” sözcüğü insanlarda kovalayan anlamını çağrıştırıyordu. Bu yüzden üç adama soyadlarının anlamını sorana sormayana, hikâyeyi heves ve gurur la anlatıyorlardı.Temmuz – 2005 Gazikovan ailesinin evi “Alooo! İyidir kanki yaa nolsun! Siz ne ayardasınız? Bizim valide sultan akşam akşam iş çıkardı başıma… Taşınıyoruz ya bodrumdaki öteberiyi toplayacakmışım. Bir sürü ıvır zıvır var. Bir hurdacı çağırtalım dedim dinletemedim… Ya! Gelirim gelmesine de annem yaratık gibi dikilmiş başıma hareket çekiyor… Tamam baba. Araşırız. Baaay! “ Evin 20 yaşındaki oğlu Sertan telefonu kapatıp annesine ters bir bakış fırlattı; “Ne var yaa? Ne kaynaşıp duruyon?” “Doğru konuş yırtarım ağzını. Bodrumu toparlamadan hiçbir yere gidemezsin.” “tamam yaa! Toparlayacağız işte” “hadi sallanma” Sertan karanlık ve nem kokan bodrumun ışığını yakıp ayaklarının dibinde yığılı karton kolilere sıkı bir tekme savurdu. Nereden başlayacağını bilmez bir halde kolilere bakarken bir tanesini sinirle tepetaklak etti. Dökülenlerin en üstünde sedef kakmalı ahşap bir kutu gözüne çarptı. Kutuyu açıp içindeki kovanı çıkardı. Bir süre üstündeki Osmanlıca yazıları inceledikten sonra kutudaki meşin kaplı defteri eline aldı. Mürekkepli kalemle muntazam bir yazıyla doldurulmuş defteri okumaya koyuldu. Neyse ki defterdeki yazılar Latin alfabesiyle yazılmıştı; “evlatlarım, torunlarım! Bu kovan şanlı bir tarihin tezahürüdür. Üzerinde yazanları yeni alfabemizle bir arka sayfaya not ettim. Bu defterdeki hikâye ve kovan, sizlere intikal ettirdiğim en kıymetli mirasımdır. Sakın ola ki yitirmeyin ve satmayın. Kıymet bilmezlerin himayesine vermeyin. Gerekli hürmeti ondan esirgemeyin. Evinizde vatan kadar kutsal yegâne bir varlık varsa oda bu emanetimdir. Hakkın rahmeti ve inayeti üzerinize olsun. Babanız, dedeniz, emekli Albay Hamdi Vasif Gazikovan. 29 Ekim 1953” Hamdi Vasif ve eşinin 1956 da bir deniz kazasında ölmeleri üzerine eşyaları, acılı aileye yardım etmek üzere konu komşu tarafından oğulları Şerif ve kızları Hamiyet’in evlerine götürülmüştü. İşe yarar eşyalar iki evde kullanılırken kutuların çoğu yıllar boyu hiç açılmamış, bodrum katlarda neredeyse çürümeye terk edilmişti. Babasının kovan hakkındaki hikâyesini defalarca dinlemiş olan Şerif Bey, bir yığın eşyanın arasından kovanı bulup çıkarmaya üşenmiş, her aklına geldiğinde bir sonraki sefere ertelemişti. Lakin kovan gün yüzüne çıkamadan Şerif Bey de hakkın rahmetine kavuştu. Ardında, hikâyeyi önemsemeyecek kadar az bilen iki evlat bırakarak. Hamdi Vasif in bu en değerli mirasına 50 yıl sonra ilk dokunan, torununun çocuğu Sertan oldu. Genç adam loş ışıkta defterin sayfalarını hızlı hızlı çevirerek her sayfadan birkaç cümle okudu. Defterde yazılanlar çok ta ilgisini çekmemişti. O sırada çalan cep telefonunu yanıtladı; “Alooo!..... Hadi yaa! Mega fikir! …… Tamam moruk.Geliyorum bekleyin. Kızlardan kimler var?........... Uff! Kadroya bak! Peline dokunanı yakarım bilmiş olun.” Elindeki kovanla defteri duvarın dibine doğru fırlatıp bir küfür savurdu “Ulan başlarım kovanına daaaa, defterine deeee!” Söve saya merdivenleri çıktı. Annesinin bağırtılarını kulak arkası ederek kapıyı çarpıp kendini sokağa attı. Alemlere akmaya gidiyordu. Bir hafta sonra hamallar Gazikovan ailesinin eşyalarını Sarıyer deki yeni evlerine indirirken, Maltepe belediyesinin temizlik işçileri ise boş evin önündeki karton kutuları çöp arabasına yüklüyorlardı. Aracın hidrolik presi tıslayarak kutuları hazneye sıkıştırırken yükselen çatırtılar, bir milletin kadirbilmezliğine yakılmış ağıt gibiydi. Çatırdayan kovanın sedef kakmalı tabutu değildi. Tabii ki  bir milletin yitirilmiş ruhuydu. Çeyrek asır süren bir diriliş efsanesinin, yarım asır daha sonra gördüğü muameleye isyanıydı. Ve hatta Sertan ın yaşındayken şehit olan karahisarlı Seyfi Çavuş’un Kemikleriydi.


HİKAYE 13
TEKKEKÖY MAĞARALARI





HİKAYE 14

YER:GENCAĞA KALESİ YOLU /İKİZCE/ÜNYE

Kaleye doğru yol alırken  hastalığın kendini iyiden iyiye hissettiren etkisi, vücut kırgınlığı ve ateş yükselmesiyle ortaya çıkınca mola verip biraz bitki çayı içmek zorunda kaldım.Bir yol şantiyesinin karşı tarafındaki meyve bahçesinde durup aldığım bitkileri kaynatmaya başladığım sırada, karşıdaki şantiyenin bekçiliğini yapan 50-55 yaşlarında adam merak edip yanıma geldi.Biraz konuştuktan sonra bir ihtiyacımın olup olmadığını sorunca varsa bir iki dilim limonun  çok makbule geçeceğini söyledim.Az sonra getirdiği limonu verirken çay demlediğini işimi bitirince şantiyeye gelmemi söyledi.Yolda satılan olgun karpuzlara iç geçire geçire bakmakla geçen onca  günün ardından o malum soruyu sormaktan kendimi alamadım.''karpuzun var mı''diye sorduğum soruya  olumlu cevap alınca da az sonra geleceğimi söyledim.Sonrasındaysa bir taraftan karpuzla olan hasretimi giderirken bir taraftanda sohbete başladık.
-Erzurumluyum ben,burda behçilik yapıirim emme  artık yaaşlandım emekli olacam.Herkes bayrama gitti bi ben kaldım olmir  böle.
-Herhalde senin  çoluk çocuk okuyo ondan çalışıyorsun
-Yooo hepsi koca adam oldular.Ben 12 yaşımda evlendim.
-12 yaşındamı yok artık.Nüfusa geçmi yazdırıldın?
-Yoo doğduğum gibi yazdirmişler beni
Evlilik yaşının genelde en erken 20 li yaşlarda olmasına alışkın biri olarak şaşırıyorsunuz tabi, ama arkasından söyledikleri bu şaşkınlığı anında  komik ve ilginç yapmaya yetti.''Eee çocuk kaç yaşında oldu herhalde bi 15'i bulmuştur'' diye sorunca, belki okurken değil ama, dinlediğinizde yerlere yatacağınız o cevabı verdi.

-Ben yaşıma göre çoo gelişiiydim.Bubam beni tereyağlen bal ilen,etlen gavurmailen besleridi.Hemen çocuk oldu ,ben çooğ gelişiyidim çooğ.

Bu yüzden çocuklarınıza bu besinleri verirken ölçüyü fazla kaçırmamanızda fayda var.Yoksa ''çoğğ gelişmiş biricik çocuğunuzu''12 yaşında evlendirip, 13. üncü yaş gününde torununuzun doğum günüyle  birlikte kutlama yaparsınız.
-
-


HİKAYE 15
YER:FATSA KIYI ŞERİDİ


Sorunsuz geçen bir günün ardından kıyı şeridinde çadır kurmaya yer ararken yol ile deniz arasında ,yaklaşık 20-25 mt ye yayılmış çam ağaçlarını geçtikten sonra,sakinliğiyle fazla ayakaltı olmadığı izlenimi veren dar bir kumsala ulaştım.Konaklamak için uygun olduğuna karar vermemin akabindeyse bir teyzenin önünde ateş yaktığı ,çam ağaçlarının içindeki derme çatma kulubeyi fark ettim.Her nekadar etrafında çit namına en ufak bir engel bulunmayan koruluk devlet arazisi gibi gözüksede,durumumu anlatmak gerektiğini düşünüp kulubeye doğru yöneldim.’’Kolay gelsin’’ deyip cümleye tam giriş yapmak üzereyken teyzemiz alelacele kulubenin arkasına koşturdu.Bir anlam veremiyorsunuz tabi.Az sonra elinde kaldırdığı koca bir çapa ile karşıma dikilip ağzında ‘’gelme git’’gibi sözler gevelemeye başlamasıyla şaşkınlığımın yanında yaptığı bu kaba davranışa bozulan sinirlerime rağmen sakinleşmesini sağlayacak sözler sarfetmeye başladım.Kadın her çabamda kaldırdığı çapayı biraz daha yukarı kaldırıp’’gelme git burdan’’gibi kısa kelimeler döküyordu ağzından.En son kocan yok mu? diye sormamla ‘’git buradan Türkçe bilmem ben’’deyince olayın rengi belli oldu.Esmer teni,sarkmış göğüsleri,üstüne geçirdiği bol şalvarı ve bilmediği Türkçeyle mevsimlik tarım işçisi olduğu izlenimi veren bu 40-45 yaşlarındaki kadın muhtemelen kendisine tecavüz girişiminde bulunacağımı geçirmiş olmalı kafasından.Tamam belki Türkçe bilmeyebilirsin ama insanlıktanda nasibini almamışsın be kadın diye geçirdim içimden.Yüzünde takındığı pişkin bir gülümsemeyle,her an indirme tehtidinde bulunduğu çapasıyla,Türkçe bilmemesinin verdiği rahatlıktan istifade edip , ağzıma gelen küfrü kendisine hediye ederek tekrar kıyıya dönmek zorunda kaldım.Ardından kulubeden görünmeyen bir yere geçip çadırımı kurdum.Gece her yönden doldurulmuş sinirli bir kocayla karşılaşma ihtimaline rağmen gelen gidende olmadı .Bunuda insanlıktan nasibini almamış bir çiftin doğal olarak,hayvanların genellikle yaptığı işlere odaklanıp,beni unutmuş olabileceklerine bağladım.

HİKAYE 16
YER :GİRESUN TOPAL OSMANAĞA PARKI



Tam yarım saat olmuştu parka giriş yapalı..Geldiğim gibi üniversiteden arkadaşım Mustafa’yı arayıp beni almasını söyledim ama o hala ortalıklarda gözükmüyordu.Bir şehrin insan profilini gözlemlemek genelde gezginlerin ilgisini çeken bir eylemdir.Bu sayede o şehrin hayat standartları,yaşam tarzları ve daha birçok sosyal yönü hakkında çıkarımlarda bulunabilirsiniz.Uzayan bekleme zamanında bende parktan gelen geçen insanları gözlemlerken yanımdan sallana sallana ,45-50 yaşlarında ,kirli sakallı her halinden ağır sarhoş olduğunu belli eden bir adam karşımdaki banka oturdu.Topluma açık yerde yaptığı hareket pek hoş olmasada herhangi bir taşkınlığa girişmediğini görünce mazur görüp başka şeylere odaklanmaya koyuldum.5-10 dk sonra etrafa dalgın dalgın göz gezdirirken birden donakaldım.Karşımda duran sarhoş adam bir elinde silah diğer elinde ağzına kadar mermi dolu şarjör tutmaktaydı.Bu yetmezmiş gibi arada bir şarjörü takıp namluya mermi sürerken silahın tam ağzının baktığı yerde kendimin oturduğunu görmem bardağı taşıran son damla oldu.Olurha yanlışlıkla eli tetiğe dokunsa farkında bile olmadan 3.sayfa haberi olmamam için hiçbir sebep yoktu.Hemen yanıbaşımızda trafik kontrolü yapan bir polis bulup durumu izah ettim.Tabi bir taraftanda adamın bize bakıp bakmadığına dikkat ederek.Düşünsenize adam sizi şikayet ederken görse,deli bir anında ‘’sen niye beni şikayet ediyon lan !!’’deyip 2 ‘’tak tak’’ sesiyle sizi öteki dünyaya postaladıktan sonra ertesi gün’’sarhoştum hiçbirşey hatırlamıyorum’’diye olayı özetleyebilir hani.Neyseki polisimiz var,hemen yanına gidip muhabbet ayağıyla elindekileri aldıktan sonra çağırdığı ekip otosuyla,,elinden oyuncağı alınmışbir bebek gibi kendini gözaltına alan polislere yalvaran adamımıza karakolun yolunu tutturdu.Bense vatandaşlık görevini hakkıyla icra etmiş bir birey olarak az sonra gelen Mustafa’yla Giresun’ü gezmeye koyuldum.


HİKAYE 17
YER:TRABZON GİRİŞİ KIYI ŞERİDİ


Eskiden çok avcılık yapardım Orhan diye söze girdi Cevdet Abi.Devamında:



-Yine bir gün Erzurum’un dağlarında tavşan peşinde dolaşıyoruz.Öyle bir doğa hakim ki oralara görmen lazım,yürüdükçe yürüyesi geliyor insanın.Artık ne kadar yürüdüysek karnımız bir acıkmış anlatamam.Tam dönmeye niyetlendik ki çoban Ahmet’i gördük.İçten bir selam verdikten sonra ‘’hoşgeldiniz ağalar oturun iki soluklanın bir şeyler ikram ediyim sizlere ‘’diye bizi davet etti.Tabi bizimde canımıza minnet.Oturduk yanına,bir yandan cebinden çıkardığı çırasıyla çırasıyla çuvalından aldığı semaveri tutuştururken bir yandan anlattı durdu.’’İstanbul’da yaptım ben askerliğimi,gel zaman git zaman 18 ay çabuk geçti.Elimdem aşçılık iyi gelir ama ben yine döndüm köyüme geri.Birde anlayamadım İstanbul’u.Hergün onca insan biryerlere gitmeye çalışıyor.İlk gittiğimde bu kadar insan nereye gidiyor böyle diye sormuşumdur kendime,onca trafik keşmekeş çekilmez oraları’’.Çocuğa baktım Orhan çalışkan,temiz yüzlü,ya hu Ahmet elinden işte gelirmiş niye kalmadın oralarda hem iyi para kazanırdın diye sordum.’’Dedim ya abi onca insan her gün biryerlere gidiyordu,sonradan öğrendim ki taksime,beşiktaş’a bebek’e beyoğlu’na gidermiş bunlar.İşte Cevdet abi şu dağ taksim,şu dağ Beşiktaş,şu dağ Bebek şu heybetli olan Beyoğlu benim gözümde,bu koyunların sesi olmadan,bu çayırlar,bu gökyüzü olmadıktan sonra neyleyim ben İstanbul’u.Benim İstanbul’um burası Cevdet abi.İşte Orhan,böyle özetledi çoban Ahmet kendi hikayesini.Bu arada çıkardığı bardaklara doldurdu sıcacık çayları,yanınada azık diye getirdiği ekmek,keçi peyniri, zeytini de ikram etti.Ben hayatımda böyle insanlık,misafirperverlik görmedim böyle bir gözütokluk ta duymadım.Hala ara ara görüşürüz Ahmetle.Şimdi avcılığıda bıraktım.Çok severdim ama birkeresinde bir kuşu vurdum hayvan gökyüzünde daireler çize çize az uçtuktan sonra yer düştü.Bulduğumda can çekişiyordu.Bir bakışı vardı Orhan ondan çok etkilendim dahada elimi sürmedim tüfeğe.Şimdi ara ara çıkıyorum yine doğaya, ama daha çok yazları 3 ayımı bu kıyıda çadırımda geçiriyorum.Yolun üstünde evim var mecbur kalmadıkça girmem içine, öyle durur işte…


Deyip lafını bitiriyor Cevdet amca ,Çoban Ahmet’in hikayesiyle mest ettikten sonra.


HİKAYE 18
YER:TRABZON
HİKAYE 18
YER:TRABZON GİRİŞİ KIYI ŞERİDİ


Sümela’dan artık KSY’ye ulaşmanın sevinciyle ilk pedallarımı henüz atmıştım ki arka aktarıcım içimi yakan sesiyle cantıma girdi.BABANNENİN LANETİ’ne LANET okuduktan sonra kulakçığı kırılan alivio aktarıcıyı söküp yerine yedekte taşıdığım 7 li shimano tourney kendinden kulakçıklı aktarıcıyı bisiklete takmaya koyuldum.Bu sırada yanıma gelen has Trabzonlu gençle komik bir diyalog geçti aramızda.Bir misafirini beklemek üzere yolun kenarına çektiği full modifiyeli şahini ile gencimiz apaçiliğin Trabzon şube başkanı havasında meraklı gözlerle beni epey süzdükten sonra ‘’uşak ha pundan ne anlayisun daa’’diye söze girdi.Artık o trabzon’un bağrından kopup gelen şivesiyle yaptığı muhabbete girmiştik birkere..


-ZEVK meselesi.


-nerden celiysun ha böyle.


-SİNOPTAN


-ha bunlamı celiysun sinop’tan.


-Evet.


-Delimisun sen daa puninla yolamı çikılur,aha boyle bırakır yolda senu.Sen iyisimu at puni kenara piun bir otobuse cit evune.


-Merak güzel kardeşim,merak hem atılırmı öyle en az 800 tl yatıyor burada manyakmıyım atıyım ben bunu.


-Ula pu sekızyuz mü edeyi,ha o paraya cider motor alirdun valla yanliş yapmişsun.

Merak güzel kardeşim,bak sende bu şahine en az 10000 tl masraf yapmışsındır.Oparaya gider bi Peugeot 206 alırdın.Ama merakın var(her ne kadar bu arabaya bu para harcanırmı aq gerizekalısı diye içimden geçirsemde).Benimde merakım bu işte deyip lafı kapattım.Bu arkadaşta olay yerine gelen misafiriyle yola koyuldu.Tabi bisikleti tutarak yaptığı yardıma da teşekkür etmem gerekir sağol sevgili apaçi kardeşim benim





YER:TAŞKÖPRÜ YAYLASI
HİKAYE 19


2 gün boyunca kalmak canımın biraz sıkılmasına neden olsada otelin arkasındaki tepelerde, üstümden ara ara geçen yağmur kuşlarının(karaca) sesleri eşliğinde uyuklamak güzeldi.Otel çalışanları o güne kadar bu mevsimde görülmemiş sıcaklıkta bir gün geçirmelerini, benim gelişime bağlarken söze giren işletme sahibi adam ''ne güzel sana özeniyorum geziyorsun,çıkıp tepelere tırmanıyorsun'' gibi iç geçirmelerle konuşmaya başladı.Böyle iç geçiren insanlara şöyle bi sinirle ''yap ozaman ne duruyorsun'' diye sebebini anlamadığım bir tepki vermeyi içimden geçirsemde yine gülüp suskunluğumu korumak zorunda kaldım.Gideceğim yerlere ait yolları sorduğumdaysa dışarıdan oraları daha iyi bilen birini adres gösterdi.Hangi köylerden gitmem gerektiğini bir kağıda not ettikten sonra ekmek almak üzere bakkala yöneldim.Birkaç parça bişey aldıktan sonra hesap yapmaya başlayan tezgahtar''şunlar 10 tl bide ekmek 14,5 tl.'' deyince şaşırdım.Başta buraların ekmeği normal ekmeğe benzemez desede bukadarını beklemiyordum.Ekmek normalden biraz daha büyük olsada ağırlığı tam 1 kilo 250 grdı.O koca evladiyelik ekmeği anca 3 günde bitirebildim.Yağmurdere'den sonra gelen zügü köyünde genel görünümü kuvvetli uzun boylu tahmini 30-35 yaşlarında bir köylü yanıma oturup yine o aynı iç geçiren sesle keşke bizde gidebilsek diye söze girince artık dayanamayıp biraz kızgın bir şekilde ''gidin ozman niye duruyorsunuz '' gibi bir söylemle adama çıkıştım.Kendimden utanç duyduğum ansa belinde sorunları olduğunu söyleyen bu adamın biraz sonra elinde bir sopayla belini tutarak aksak aksak yanımdan ayrılmasıydı.Bu olaydan sonra aldığım kararla  böyle serzenişlerde bulunan insanlara hiç birşey söylemeden gülüp geçmeye devam ettim.







HİKAYE 20
YER :SALMANKAS GEÇİDİ/BAYBURT ve GÜMÜŞHANE ARASI







Evet ilginç bir yer Salmankas Geçidi.İlk gözünüze çarpan ilginç kaya oluşumlarıyla olduğu kadar aynı anda Trabzon,Bayburt ve Gümüşhane topraklarını görebildiğiniz bir yer olmasıda bu ilginçliğe etki etmekte.İl sınırlarında veya ülke sınırlarında, birkaç saniye arayla iki tarafın topraklarına da ayak basmak farklı hissettirmiştir hep beni.Yine böyle bir sınır bölgesinde aşırı sıkıştığınızı anladığınızdaysa komik durumlarla karşılaşabiliyorsunuz.Etrafta bir çalılık bile olmayınca nereyi mesken tutarsanız tutun yoldan birisi geçtiğinde afişe olacağınızın verdiği vurdumduymazlıkla olduğunuz yere açıp işemek olası bu geçitte.Bende öyle yapmaya hazırlandım fakat o sıkışıklıkta nereye işeyeceğime karar vermekte epey zorlandım.Şimdi ,Bayburt topraklarına işesem Bayburtlulara ayıp olacak ,Gümüşhane topraklarına işersemde Gümüşhane’ye karşı ayıp etmiş olucam.10 mt arayla bu iki tabela arasında gelgitler yaptıktan sonra en mantıklı olan bölgeye yani iki tabelanın ortasındaki hiçbir ile ait olmayan vatan toprağına işemeye karar verdim.Kimseye afişe olmadan işimi bitirip tam ellerimi yıkamak üzere bisikletime yöneliyordum ki karşıdan bir kamyonet gelmeye başladı.Adamı kaçırmadan yol sorup,sonrasında el yıkama işini hallederim diye düşünüp arabanın önüne atladım.Alt tarafı bir yol sorusu yönelteceğim adam bir anda freni kökleyip el frenini çektikten sonra ‘’oooo hemmmşerimmm hoş gelmişsin sefalar getirmişsin’’ gibi bir nidayla arabadan inip elini uzattı.Böyle boktan bir durum olamaz.Şimdi adamı düşünüp uzattığı elini havada bıraksam içinden ‘’ne kaba insan’’ diye geçireceğinden en ufak bir şüphem dahi yok.Bu içten karşılamaya karşılık versem,o bilmesede adama kötülük yapmış olmak söz konusu.Geriye kalan tek şey yani’’kardeşim az önce döndüm dolaştım iki ilin ortasına işeyiverdim’’cümlesini de her ne kadar söylemek istesemde anlam veremediğim bir utançla söyleyemediğimden havada kalan eli daha fazla bekletemedim.İçten bir kucaklaşmadan sonra asıl konuya girebildik nihayet..Bu geçidin tam karşısındaki dağlara bakıldığında limonsuyu yaylasındaki birkaç binayı görebileceğimi ve aşağıya giden yoldan vadiye indikten sonra tekrar tırmanarak limonsuyuna ulaşabileceğimi söyledi.Vadiden aşağı inmeden dağlar üstünden bir yol bulamazmıyım diye sorunca karşıda sağ tarafımıza düşen dağları gösterip’’şu ineklerin gittiği izden çıkarsın’’diye beni yönlendirdi sağolsun.Tüm bilgileri öğrendikten sonra vedalaşıp arkamı dönmeye hazırlanırken tekrar kurulan ‘’güle güle’’cümlesiyle beraber havaya kalkan bir elle daha karşı karşıya kaldım.Artık benden günahın gittiğini içimden geçirip güleryüzümle bir kez daha elini sıktım bu bahtsız adamın.Sonradan tarifini verdiği izin bitmesiyle çektiğim vicdan azabım azda olsa dindi tabi.

HİKAYE 21
YER:SALMANKAS GEÇİDİ YANINDA BİR KÖY.

Tam 900 koyun ,kah önümüzde kah bizle beraber yol alan sürünün büyüklüğü.Çoğu yaylaya çıkılan gün yapılan şenliklerde,başlarına takılan kırmızı ponponlarıyla sergiliyor güzelliğini.Fatih, bir sağa bir sola geçip ağzıyla değişik sesler çıkartarak tüm bireylerini bir arada tutmak için canla başla çalışırken,ben bir sürüyle gitmenin eşsiz keyfiyle,ufka doğru uzanan dağların ardında batmak üzere olan güneşin büyüsüyle kendimden geçmiş bir şekilde yol alıyorum.Karşı koymanın zor olduğu bu başka dünyalara aitmiş gibi görünen tablonun güzelliği geçen dakikalarla azalacağı yerde daha dayanılmaz bir çekiciliğe büründükçe,o anlarda zamanıdondurmak geliyor içinizden.Tabi hergün gibi geride kalmak zorunda bu dakikalarınızda.Az önceki etkileyici görüntü ,havanın kararmasıyla yerini bıraktığı ay ışığı altında,kulaklarınıza çalınan mee seslerine karışmışçıngırak seslerinden oluşan dünyayla,bir başka mutluluğu yaşatıyor size. gözlerinizi bir an olsun ayırmanıza imkan vermeyen manzara karanlığa gömüldüğündeyse yol arkadaşınızla sohbete dalmak en mantıklı olanı.Fatih askerliğini Afganistan’da yapmış,sonra gelip köyünde çobanlık yapmaya başlamış.Aynı sebepleri sıralıyor Erzurumlu çoban ahmetle.Sonrasındaysa tüm merak ettiklerimi soruyorum ona.
-Nasıl Afganistan ,çok kötümü halkın durumu.
-Sen nediyosun.Adamlar yokluk içinde.Buralara geldiğinde cennette yaşadığınıdüşündürücek kadar kötü oralar.Burd böyle rahat rahat dolaşıyorsun.Orda mümkünatı yok.İnsanlar az bi tarla açıpta bir şeyler bile ekemiyorlar can korkusundan.Her yer mayın dolu .Zor durumdalar zor…
-Peki bu sürekli çıkardığın her sesin farklı bir anlamı var mı yoksa hepsi kovalama amaçlı mı?,
-Olur mu tabi ki hepsinin bir anlamı var.(göstererek)şöyle öttürürüm sağtaraf hareketlenir,şöyle öttürürüm sol taraf hareketlenir,şu sesi çıkartırım dururlar,şu sesle hareket ederler.Dahası da var tabibu komutların.
-Yaa hep merak eder dururum bu koyunlar köye indiğinde hepsi kendi evini kendi mi buluyor yoksa sen mi ayırıyorsun..?mesela koyunlar karıştı hangisi kime ait nasıl buluyorsun.?
-Şu 900 koyunun içinden birini al bana göstermeden git hiç bilmediğim 1000 tane koyunun içine koy.Ben onu rengindeni,bakışından,duruşundan bulur çıkartırım sana.
Diyerek kendine hayran bıraktı Fatih.Böylece çobanlığında aslında ne kadar zor bir işolduğunu anlama imkanı buldum.2 saat boyunca ellerinizi kesen akşam ayazının soğuğunda yürüyüpte varmak istediğiniz köyün ışıkları gözünüzün önünde belirdiğinde havalara uçmamak elde değil..Sürüye hakim olan güven duygusu eve doğru atılan her adımda biraz daha kendini hissettirirken çekilen bir zorluğun ardından yeniden emniyete kavuşmanın verdiği huzurla gevşemek güzeldi.Yol boyunca kendilerini pek göremediğimiz 3 tane koca cüsseli çoban köpeğinin neden bu kadar çekingen olduğunu sorduğumda Fatih’ten aldığım cevap ilginç.’’Sürü köpeklerden huysuzlandığı için uzaktan takip etmelerini istedim’’.Köpekler sürünün kurtlara karşı tek koruyucularıolduğu halde kendilerinden korkulmasına anlam vermek zor gibi.Tüm koyunlar ağıla girdiği halde biri ısrarla girmemekte direndiği gibi aynı zamanda feryat figan bir mee sesiyle bir şeyler anlatmaya çalışıyor gibiydi.Merakımı gideren fatih oldu.’’Onun yavrusu kapalı odada oraya girmek istediğinden bu kadar feryadıı’’.Gerçektende ağıla girip yavrusunu emzirmeye başladığı gibi o yeri göğü inleten sesi kesiliverdi.Bende geceyi geçirmeye hazırlanan 900 koyunun bakışları altında ev davetini geri çevirerek kurduğum çadırımda fatih’in getirdiği yemekle karnımı doyurduktan sonra verdiği battaniyelerle rahat bir uykuya daldım.



HİKAYE 22
YER:DEMİRKAPI KÖYÜ/UZUNGÖL

Ağır ağır tırmanırken patikadan, dibimden çağlayarak akan derenin ortamı dahada serin bir hale getirmesinin yanında,  bol oksijenli havaya kattığı rahatlatıcı iyonlarıyla ferahladığımı hissetmeye başladığım anlarda, yanımdan arabayla geçen biri aniden frene basıp camdan bana seslendi.''Hayrola nereye '' sorusuyla şöyle bir hikayemi dinledikten sonra saatin geç olduğunu bu yüzden  göllerin sise bulandığını az ilerideki köyde beni misafir etmek istediğini söyledi.Kararlılığımı dile getirip göllere çıkmayı düşündüğümü ve  orda çadır kuracağımı söyleyince   önce   ikna olmuş gibi biraz gaza bastıktan sonra derhal arabayı geri vitese alıp ''yaa ben seni nasıl bırakayım'' diye yanıma geldi.Artık biraz sert çıkarak ''yaa sağol ama gitmem lazım''diye vedalaştım.Hani bu konuşmalara birisi şahit olsa adamın babam olduğunu düşünmeye başlardı.Artık iyi yönde bir bedduamı etti bilinmez, ayrılmamızdan daha birkaç dakika geçmiştiki  ''ÇAT'' diye  arka aktarıcım cantıma girdi.İşin kötüsü   direkt paramparça olan tourney aktarıcımdan başka yedekte aktarıcım da kalmamıştı.Bisiklet elimde birkaç yüz metre gittikten sonra adını sonradan öğrendiğim demirkapı köyü camisinin yanındaki  bahçede bu içinden çıkması güç sorunuma çözümler aramaya başladım.Önümdeki kmlerce yolun artık tırmanış olduğu gerçeğinden dolayı zinciri en ince viteslerden birine alıp aktarıcıyı iptal etmeye karar verdikten sonra işe koyuldum.Taaki konuk ağırlama şekline az sonra şaşırıp kalacağım Yaşar amca yanımdan geçene kadar.Bölge hernekadar trabzon'a bağlı olsada o tatlı bayburt şivesiyle ''heey kimsin sen''le başlayan konuşmamız ''topla pılını pırtını ben namaza gidiyorum birazdan gelicem bizim evde kalırsın''cümlesiyle şimdilik son bulmuştu.O kadar eşyamı toparlamak zor olacağından geldiğinde teklifini geri çevirmeyi aklımdan geçirirken tekrar geldiğinde öyle bir ısrarla karşılaştım ki  söyleyecek söz bulamadım.Ben bisikletimi tamir etmem gerektiğini anlattığımda,  o evde atölye olduğunu söylerken bir yandanda eşyalarımın bir kısmını yüklenip hiç birşey sormadan peşinden gelmemi söylüyordu.Derken, olmadı yarın için  köyden trabzon'a giden bir araba bulurum diye düşünüp peşine takıldım yaşar amcanın.Eve adım attığımız gibi ''hanımm soffrayı  hazırla   bak misafirimiz geldi'' diye teyzeye seslendikten sonra evin bitişiğinde ayrı bir oda gibi düzenlenmiş odaya eşyalarımı koyup sobayı yakmaya başladı.Ben hala bana şevkle yapılan bu hizmete bir anlam veremezken biryerden sonra adamın burayı bir pansiyon gibi işlettiğini düşünmeye başladım.Yapılan hizmete  başka bir kılıf uyduramıyorsunuz  çünkü.Yaşar amca ''yok oğlum ne oteli'' diye gülüp geçtikten sonra orda kaldığım sürece bana ait olan banyo ve tuvaletide gösterince hernekadar yeni otelden çıkmış olsamda yüzümün gülmesini sağladı.Koskoca adamın az önce tanıştığı 20li yaşlarda birine ,misafir bile olsa,   bu denli hizmet etmesi, sözkonusu olan misafir ben olsamda  hayli rahatsızlık duymama neden oldu.Yapılan hizmetlere karşı ''sizede zahmet verdim,olmazsa ben çadırdada kalırım ''demekten başka birşey aklıma gelmezken Yaşar amca hala kulaklarımda çınlayan şöyle bir laf etti:

-AAaa ne demek oğlum, sen misafirsin.Biz seni alıpta ağırlamazsak sonra Allah bize ne yapar.

Zaten bundan sonra dahada söyleyecek sözüm kalmamıştı.Yatağımı bile kendi yaptıktan sonra yaşar amcayla birlikte evin avlusuna çıkıp eve giriş yaptık.Misafir odası sonradan evin yanına eklenmiş.Bu sayede hiç tanımadığınız bir misafiri bile ,gönül rahatlığıyla ağırlayabilmeniz mümkün.Asıl ev hemen hemen 130 yıllık tamamı ağaçtan tipik bir karadeniz evi.Biz çıtır çıtır yanan kuzinede pişirilmiş yemekleri afiyetle yedikten sonra çayımızı yudumlarken salonun ortasına çökmüş teyzeye ''teyze niye yere oturuyorsun soğuk değilmi gel buraya uzan diye divandan kalkıp yerimi vermek istememle teyze üstüne kat kat örttüğü örtüleri kaldırmaya başlayıp''gel bak ''diye bir cümle kurdu.Önce bi anlam veremedim tabi sonrasındaysa sırası gelen teneke kapağıda kaldırınca herşey anlaşılır bir hal aldı.Salonun ortasında yere gömülü vaziyette bir tandır mevcuttu.Az önce üşütürsün diye soğukta oturmamasını tembihlediğim teyzenin  aslında hepimizden daha sıcak ve konforlu dakikalar geçirdiğini öğrenmek gerçekten komikti.Tandır  içinde pişen yemekleri ve duvarlarına yapıştırılmış haldeki arpa ekmeklerini gösterdikten sonra tekrar üstünü kapatıp ''orda üşüyorsan sen gel buraya deyip bu sefer o yer vermek istedi .Teşekkür edip ekmeklerin tadına baktıktan sonra (pek amanallah bir tadı yoktu)bisikletimi tamir etmek için atölyenin yolunu tuttum.Uzun süren bir durum değerlendirmesinden sonra kulakçığı kırılan sağlam durumdaki alivio arka aktarıcıma,  tourneyin kendinden var olan kulakçığını söküp monte etmeyi kararlaştırdım.Matkap yardımıyla bağlantı yerlerini çürüterek  söktüğüm kulakçığın fazlalık olan yerlerini demir testeresiyle kestikten sonra mengeneye sıkıştırıp eğriliğini yokettim.Gereken bağlantı açısınıda belirledikten sonra yaşar amcanın'' ölmüş bubanın hatırı için''diye o gece yapmaya ikna ettiği ,köydeki tek kaynak makinası sahibinin evine doğru yol almaya başladık.Kaynağı gerçekten takdire şayan bir işçilikle yerine oturtan arkadaşa teşekkür ettikten sonra evden çıkan biri çaya davet etti.Bu kişiyse sabahki arabayla yanımda durup ''seni nasıl bırakıyım ben şimdi'' diye söylenen adamdan başkası değildi.Adının Yaşar olduğunu ve  Yaşar amcayla amca çocukları olduklarını öğrendikten sonra şaşkınlığım bir kat daha arttı tabi.Beni akşam gelince sorduğunu, Yaşar amcanın misafiri olduğumu öğrenince artık sırtımın yere gelmeyeceğine kanaat getirip, ses etmediğini anlattı.Ardından ''yahu kaç km böyle gelmişsin tek başına, hiç annen baban kızmıyomu? Nasıl gönderirler seni şaşırıyorum doğrusu''diye bir soru yöneltince ,kendimden emin bir edayla ''Abi artık 22 yaşında adamım göndericekler elbet''cevabını verdim.Yaşar abi şöyle bir yüzüme baktı ve''Ulan görende çarşıya pazara gönderiyolar sanır hayret birşey yaa''deyip hatırladıkça güleceğim bir anı daha anılarıma ekledi.Sabah olduğundaysa eskisinden dahada sağlam aktarıcımı bisikletime monte edip yola çıkmaya hazırlanırken hala yaşar amca ve teyzenin botaş yolundan gitme fikrimi değiştirmek için yalvarışlarını dinliyordum.Yinede herşey için sonsuz teşekkürlerimi onlara sunup yoluma devam ettim tabiki.




HİKAYE 23


YER:TİMSAH TEPESİ(CİNLİYATAK)/BOTAŞ YOLU


Aslında bu onları ilk görüşüm değildi.Demirkapıdan sonra botaş yolunda epey yol aldıktan sonra sisin içinde zar zor seçilebilen asker kıyafetli birine denk gelince terörist olduğunu düşünüp kısa süreli bir korkuya kapılsamda  Davut adında bir çoban olduğunu öğrendiğimde  endişelerimin yersiz olduğunu anladım.Kısa süreli bir sohbetle yol hakkında tüm bildiklerini anlatmıştı bana.Yanından ayrılışımın ardından neredeyse 4-5 saat geçtikten sonra bu sefer timsahtepesinde o karşıdan gelenlerden birinin Davut abi olduğunu anladım.Buna biraz üzüldüğümü söyleyebilirim çünkü müzikler eşliğinde o eşsiz manzara insanı bambaşka  düşüncelere sürüklerken yanınızda konuşmak isteyen 2 kişi varsa bunları gerçekleştirmek zor.İstemeye İstemeye kulaklığımın tekini çıkarıp konuşmaya başladıktan sonra öğreniyorumki 3 tane inekleri siste yollarını kaybedip sürüden uzaklaşmışlar ve 2 saattirde ortalıkta yoklarmış.Kurt tehlikesinide hesaba katıp buralara kadar aramaya çıkmışlar.Benim operatörüm çoğuyerde  çekmezken Davut abininki tek dişte olsa çektiğinden al anneni ara deyince iyi olur deyip onuda arradan çıkartmış oldum tabi.Reklam gibi olmasın ama Karadeniz turu boyunca yaşadıklarımdan yola çıkarak eğer dağa taşa gidenlerdenseniz türkcellden vazgeçmeyin derim.Zaten tur bitince ilk işim operatörümü değiştirmek oldu.Neyse, tam çaresizce ağzına kadar bulut dolu vadiye inmeyi düşünürlerken evden ''inekler eve vardı'' diye bir telefon geldi.Davut  abi ve arkadaşı derin bir oh çektikten sonra köylerinde misafir etmeyi teklif etselerde çıktığım yolları tekrardan  inmeyeceğimi söyleyip  o eşsiz manzaranın son dakikalarını  seyretmeye devam ederken onlarda evlerinin yolunu tuttular.Sonrasındaysa karanlıkta yapılmış yaklaşık 1- 1 buçuk saatlik  tırmanıştan sonra geçide ulaşabilmiştim.O gece olağanüstü bir manzarayla uyuyakaldığım geçide...





HİKAYE 24


YER:OVİT DAĞI GEÇİDİ CİVARLARI

Kendimi unutmuş bir şekilde geçide tırmanırken sol tarafımda bir kulubenin duvarlarına yazılmış yazılar gözüme ilişince merak edip okumaya başladım...

Bu coğçer yaylasından gelipte geçenlerden
Ben para almayırum çayumı içenlerden
oğrayı bağıranlar bida bal yerler benden
Ben rızkumi alıyum bize oni verenden
Allahta razu olur yedurup içurenden
Musafirhanedarluk(misafirperverlik) bana kalmış dedemden
Zenginluk neye yarar canki çikar bedenden
Maksat dostlar komşılar raziluk versun senden
Ahrette sual vardur dünyada edilenden
Yok kimseye faydasi dünyadaki varluğinden
Ancak fayda görürsun elunin verduğinden
Eyer razi olursa Allahım bi kulinden
Daha bişey istemez dünyaki varluğinden
Yaratanum korusun ağredunun darluğinden

Eyi oku burayı bak burada ne derum
Dedemden kaldu bana arıcıluk ederum
Senozada kanboza var benum meşelerum(?)
Kaliteli bal içun her tarafı suzerum
Kestane komar(kumar herhalde) bali doslar içun ederum
Hastalığa şifadır ballari arılarun
Hastaluği hiç olmaz gerçek bal yiyenlerun
Parası doktorlara nasip yemiyenlerun
İyi balı bulda ye uzun olsun günlerun
Eyi bal almak içun titremesun ellerun
Şekerlisi ucuzdur oda ordulilerun
Eyisini almazsan elbet çıkar şekerun
Eyi balın adresi sivrikaya çoğçerun
Tahlili yapılmıştur çok üstüne onlerun(?)
Bin üç yüz sayısı var burdaki çiçeklerun
İnceleme yapılmış kararu doktorlarun
Bol olma şansı azdur burdaki arılarun
Çünkü duman geçeyi yarısı haftalarun
Mevlasından rıskuni helbet aruyanlarin
Mevlam verir rıskuni ona inananlarun
Şimdi arıcı oldu çoği rizelilerun
Sayısı biraz azdur işi tam bilenlerun
Ders alması lazımdur o arı öldürenlerun
Para kazanmak için o şeker verenlerun
Reçeli bal deyine  millete verenlerun
Parası kanser olsun öyle yazdı ellerum
Hepsi yazılıyo kızdıda aşikarun
İllaki sorulucak dünyada yaptıklarun
Tövbesi bile yoktur kul hakkı yiyenlerun
Olmaz işine hile allahtan korkanlarun
Ahrede suali var dünyaki yanlışlarun
Hepsi kameraya alınmuştur onların
Gerçekleri yazayı baştan bu nuri dayı
Sanada lazım olur iyi oku burayı
Para geri kalayı kefene cep olmayı
Oğlun yer paraları senda yersun sopayı
Hesaba çekilecek yiğitta kabadayı
Rütbeninda mevkinunde hiç faydası olmayi
İnsan yanlış yapamaz düşünurse orayı
Son verdi bu kadaya başta bu nuri dayı(?)

Rize çayeli büyükköy demirciler mahallesinden bostan
ağlarından seyis arıcı nuri bostan



Eyi orkanik bal bulunur
Yeyup dadı bakılur
Dadından anlayanun parasıda alınur
Yiyenun damağında inanki dadı kalur
Beğenmeyen alamaz tabi beğenen alur
Parayı yemiyenun parası geri kalur
Eyi bal yemiyenden parayı doktor alur
İlaçlan yaşayanun neda dermanı olur
Balı çok yiyenlerun dermanu faz olur
Peykanber söylemiştir bal yiyen şifa bulur

Hiç bal alacağım yoktu ama bukadar hikayesini okuduktan sonra ''e artık alınır '' deyip nuri bostana seslenmeye başladım.Ama okadar yazıyı yazmasına rağmen kulubelerden oda dahil bir kişi bile çıkmadı.